Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Kürk Mantolu Madonna Edebi Porno mu?

Müthiş bir can sıkıntısı ve melankoliye düşmemek için ne kadar gayret ettiğimi görüyorsun. Bırak, bu akşam olsun kendimizden ayrılalım. Farz et ki biz, biz değiliz. Burayı dolduran bir sürü insandan biriyiz. Zaten onların da bakalım hepsi göründükleri gibi mi? İstemiyorum. Kendimi herkesin akıllısı veya duygulusu yerine koymak istemiyorum. İç ve gül!

 

Umberto Eco, “Somonbalığıyla Yolculuk” isimli deneme kitabında; bir yapıtın pornografi olup olmadığına karar vermek için “boşa harcanan zaman” kriterini öne sürer. Şöyle ki, “…porno, insanların cinsel birleşme yaptıklarını anlatır; erkeklerle kadınlar, erkeklerle erkekler, kadınlarla kadınlar, köpekler ya da atlarla kadınlar. Bunda itiraz edecek bir şey yok. Ama boşa harcanmış bir sürü zaman dolu.” Eco, pornografide boşa harcanan zaman derken, cinsel birleşme eylemi gerçekleşmeden yeterli gerilimin “yapıtta” nasıl oluşturulduğunun tespitini yapmaktadır: “Pornografi, arabalarına atlayıp millerce yol giden insanlar, otelde kayıt yaptırırken inanılmaz saatler harcayan çiftler, odalarına ulaşmadan asansörlerde dakikalar geçiren beyefendiler, Sapho’yu Don Juan’a yeğlediklerini birbirlerine itiraf etmeden önce içkilerini yudumlayan ve durmaksızın dantelleriyle ve bluzlarıyla oynayan kızlarla doludur. Basitçe ve kabaca söylemek gerekirse, pornoda adam gibi bir düzüşme görmeden önce Trafik Şubesi’nin sponsorluğunu yaptığı bir belgesele katlanmanız gerekir.”

Eco, pornonun her izleyicinin algılayacağı biçimde normal bir görünüm ortaya koyması gerektiğini söyler. Yani “A” noktasından “B” noktasına gidecek kahramanın otobüse binmesi gerekiyorsa, biz onun A’dan B’ye yapacağı yolculuğun her durağını göreceğiz demektir. Eco’nun, “Bir sinemaya gidin. A’dan B’ye giden oyuncular sizin istediğinizin üstünde zaman harcıyorlarsa, izlemekte olduğunuz film, bir “porno film”dir.” yargısından yola çıkarak, Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” novellasında “boşa geçen zaman”ın  okur üzerindeki etkisine bakalım.

“Evet, pekâlâ biliyorum ki, bir gün ben her şeyi bırakıp bu küçük yola dalarsam, onun bittiği yerde bütün saadet ve hasretlerimi, eski yaşanmış rüyalarımı bulacağım, temiz, yepyeni, mesut bir adam olacağım…”  Ahmet Hamdi Tanpınar, “Bir Yol”da, bütün saadet, hasret ve eski yaşanmış rüyalarını, onu bağlayan tüm koşullanmalardan kurtularak küçük bir yola daldığında yani “B” noktasına vardığında bulacağına emindir. Sabahattin Ali’nin, “Kürk Mantolu Madonna” novellasının kahramanı Raif, Tanpınar’ın sözünü ettiği o küçük dar yola sapar; fakat, kendisini var eden koşullanmalardan kurtulma cesaretini gösteremediğinden o yolu bitiremez. O yol, boşa geçen zamanın dramıdır. Rasim’in gözünden okuduğumuz, Raif’in günlüğündeki  bu küçük dar yolda yaşanılanlar, tam da Umberto Eco’nun sözünü ettiği “Boş Zaman” metinleriyle doludur. Sabahattin Ali’nin okura sunduğu tüm detaylar, Raif ve Maria Puder’in arasındaki ilişkinin gerilimini duygusal ve cinsel açıdan zirveye taşımaktadır.

Kürk Mantolu Madonna’nın öyküsünü ortaya çıkaran Rasim karakterinin, dönemin yükselen değerlerine ayak uyduramadığından işsiz kalmasıyla başlayan kitabın ilk bölümü; dönemin yükselen değerlerine ayak uyduran arkadaşı Hamdi’nin yardımı ile iş bulması; işyerinde aynı odayı paylaşacakları Almanca çevirmeni Raif ile tanışması; Raif’in tuhaflıkları ve gizemli tavırları, Rasim’in bu silik adamın aile ortamına girmesi, Eco’nun deyimi ile metnin “A” noktasından “B”ye hareketini başlatır. Rasim’in, Raif’e sempati duyması ve onun macerasını merak etmesi, hiçleşmeyi gönüllü seçen bu adamın ölümle sonuçlanacak hastalığa yakalanması ve günlüğünü okuması için Rasim’e vermesi ile “B” noktasına ulaşılır.

Raif, ülkesinin 1. Dünya Savaşı’nda ortak yenilgi yaşadığı Almanya’ya iş öğrensin diye babası tarafından gönderilir. Bir Avrupa ülkesinde, Doğulu olmanın ezikliği ile pansiyon odalarında yaşamak Raif’e ilk başta zor gelir. Edebiyat ve sanat galerileri gezileri ile yalnızlığını/yabancılığını avutmaya çalışır. Ta ki, Maria Puder’in Kürk Mantolu Madonna tablosunu görene kadar. Bu resim Raif’i olduğu yere kök salacak derecede büyüler. Resimdeki kadına aşık olur. Kitap okurken, yemek yerken, işteyken hep o resmi düşünür. Raif, her gün o sergiye gitmekte, sergi kapanana kadar o resmi incelemektedir. O kadar sık gider ki, artık oradaki çalışanlar, Raif’e aşina olmuşlardır. Bir gün Raif, gene dikkatle o resmi izlerken bir kadın ona sokulup fikrini sorar, ama Raif kendi sisler alemindeki düşten kurtulup, gerçekliğe dönemediğinden soruyla ve yanıtla ilgilenmez. Kadın, Kürk Mantolu Madonna’nın ta kendisidir.

Kürk Mantolu Madonna Maria Puder, kendi içinde çelişkiler yaşayan ve bunu kimliği olarak kabul eden/dillendiren bir kadındır. Kitabın ikinci bölümünde “yabacılaşma/yalnızlaşma” duyguları içindeki Raif’in, kurtuluş umudu ile Maria Puder’i takip etmesi, Atlantis isimli gece kulübünde çalıştığını öğrenmesi, ilişkilerinin salt dostluk olarak isimlendirilmesi, yemekler, sinemalar, orman ve botanik bahçe gezileri, barlar, yılbaşı kutlamaları…“Basitçe ve kabaca söylemek gerekirse, porno yapıtlarda adam gibi bir düzüşme görmeden önce Trafik Şubesi’nin sponsorluğunu yaptığı bir belgesele katlanmanız gerekir.” cümlesindeki gibi, Eco’nun “boşa geçen zaman” teorisi doğrulanmaktadır. Okur, görmek istediği sonuç için Sabahattin Ali’nin “Kürk Mantolu Madonna” novellasındaki çelişkileri, karamsarlıkları, naifliği ve Maria Puder’in, Raif ile baştan çıkarma oyununun sonunu görebilmek adına yazarın metninin her bir satırını dikkatle takip eder.

Metnin anlattığı boşa geçen zamanların sonunda sıra, okurun asıl merak ettiği/gerilimin çözümlendiği “dolu zaman”a  gelinir: Her zaman sanatkarlar tarafından ziyaret edilen “Romanisches Kaffe” de Maria ile yaptıkları konuşmada Raif mekanı bildiğini söyler. Maria Puder’in, “Ay sonlarında parasız kalan arkadaşlarınızdan mı?” diye sorar. Çünkü Romanisches’de gece on birden sonra, yaşlı, zevk düşkünü, genç meraklısı ve paralı kadınlarla doldu olduğu; her milletten, her yaştan birçok jigolonun kendilerini beğendirmek için oraya gittiği bilinmektedir. (s:102)  Puder’in gecelik veya herhangi bir gönül bağı kurmadan ilişki yaşayacağı, sevgi kırıntılarını burada aradığı metinde hissettirilir. Romanisches çıkışı, “Belki üşümemek için bana daha çok sokuldu. Elektriklerin aydınlattığı kapının önüne yaklaşınca durdu, kolumdan çıkarak elini uzattı. Fevkalade ciddi bir şey düşünüyor gibiydi. Beni çekerek duvarın kenarına sürükledi. Nihayet, yüzüme doğru eğildi, gözlerini kaldırıma dikti ve fısıltı gibi bir sesle fakat çabuk çabuk: “Demek beni kıskanmıyorsun ha?” dedi. “Beni sahiden bu kadar çok mu seviyorsun?” Birdenbire gözlerini kaldırdı ve merakla yüzüme bakmaya başladı. Bu anda neler duyduğumu ona söyleyecek bir kelime bulamadığım için göğsümün daralır gibi olduğunu, boğazımın kuruduğunu hissettim. O zaman onun çehresinde rahat bir gevşeme oldu. Dinlenir gibi bir saniye gözlerini kapadı. Sonra başımı tutarak bir defa ağzımdan öptü…” (s:104-105)

Maria’nın tezatlı hisler içinde olduğunun Raif farkındadır. Bazen durgun ve soğuk; bazen de birdenbire coşan Maria’nın değişken ruh hali, Raif’e kısa süreli umut ve umutsuzluklar vermektedir. “Onun da benim gibi, dostluğumuzun, olduğu yerde kalmak suretiyle, bir çıkmaza girdiğini fark ettiği muhakkaktı.” (s:109) Sonrasında aralarındaki ilişkinin boyutu Maria’nın annesinin Noel’i geçirmek için Prag’a gitmesi ile değişir. “Boşa geçen zaman” süreci sona ermiştir. Beraber Noel’i dışarıda kutladıkları bir akşam Maria’nın; “Raif, Raif. Hiç iyi yapmıyorsun…Müthiş bir can sıkıntısı ve melankoliye düşmemek için ne kadar gayret ettiğimi görüyorsun. Bırak, bu akşam olsun kendimizden ayrılalım. Farz et ki biz, biz değiliz. Burayı dolduran bir sürü insandan biriyiz. Zaten onların da bakalım hepsi göründükleri gibi mi? İstemiyorum. Kendimi herkesin akıllısı veya duygulusu yerine koymak istemiyorum. İç ve gül!” (S:112)

Eco’nun deyimi ile okur, tüm boş zamanların sonuna  ve adam gibi bir “düzüşme” okuyacağı sayfalara gelir. “Saçları alnına dökülmüştü. Yandan vuran elektrik ışığı kirpiklerinin  gölgesini burnunun üst tarafına düşürüyordu. Alt dudağı hafif hafif ürperiyordu. Yüzü bu anda tablodakinden de, Arpie Madonnası’ndan da güzeldi. Yorganı tutan kolumla onu kendime doğru çektim. Vücudunun titrediğini hissettim. Kesik kesik nefes alarak: “Tabi…Tabi!” dedi. “Tabi sizi seviyorum. Hem çok seviyorum…Başka türlü olmasına imkan var mı?.. Herhalde seviyorum. Muhakkak seviyorum. Fakat neden şaşırıyorsunuz? Başka türlü olacağını mı zannediyorsunuz? Beni ne kadar sevdiğinizi anlıyorum…Ben de sizi şüphesiz o kadar çok seviyorum…” Başımı kendisine doğru çekti ve bütün yüzümü ateş gibi buselere boğdu.” Seviştikleri gecenin sabahında Maria Puder’in ruh hali değişir ve rüyayı sonlandırır. “Hayır, dostum hayır!” dedi. “Birbirimize her zamandan ziyade uzağız! Çünkü artık bir ümidim yok. Bu sondu…Bir defa da bunu tecrübe edeyim dedim. Belki bu noksandı diye düşündüm. Ama değil…İçimde hep o boşluk var…” (S:119)

Eco, “Bir sinemaya gidin. A’dan B’ye giden oyuncular sizin istediğinizin üstünde zaman harcıyorlarsa, izlemekte olduğunuz film, bir “porno film”dir” diyor ya; bu saptamadan yola çıkıp, “Kürk Mantolu Madonna”  novellasına  “porno” diyebilir miyiz? Evet pornodur dersek, Eco’nun “Gülün Adı”, “Önceki Günün Adası”, “Foucault Sarkacı” gibi romanlarına da porno dememiz gerekir ya da Yaşar Kemal’in, “İnce Memed”, “Ölmez Otu”, ”Yağmurcuk Kuşu”; Tolstoy’un “Savaş ve Barış”ı; Victor Hugo’nun “Sefiller”i de porno mudur? Bu ve benzeri kitapların A’dan B’ye giden olaylar örgüsünde boşa geçen zaman kavramı fazlası ile vardır. Yazarları tarih, doğa, insan psikolojisi betimlemelerini kendilerine özgü üslupları ile yapıtlarında fazlası ile kullandılar.

“Kürk Mantolu Madonna” dramatik konusu ile birlikte her bir paragrafının, her bir cümlesinde taşıdığı şiirsel anlatım ve içinde barındırdığı imgelerle, okuru ilk sayfasından itibaren etkisi altına almaktadır. Kitap ister okunsun ister okunmasın, “A” noktasından “B” noktasına kadar geçen olayların tüm örgüsü okuru veya ilgilisi tarafından yeniden kurgulanmakta, cümlelerin/paragrafların yerleri değiştirilmekte ve kitap yazarının kurguladığı tümlükten çıkarılmaktadır. Novelladan koparılan tek cümlelik aforizmalar ile ne anlatılmak istenmekte veya okurun ya da aforizma paylaşımcısının içinde bulunduğu hangi doyumsuz duygunun imgesi yeniden kurgulanma ihtiyacı duymaktadır? Raif’in “mahremine/ sırrına” olan müstehcen  merakımızdan dolayı, yazarını ve yapıtını tüketirken vandallaştığımızın farkına ne yazık ki varamıyoruz. Umberto Eco’nun yaptığı tespitin zıt yönünde varacağımız sonuç ise, A noktasından B noktasına geçen “boş zaman” asla pornografi değildir; asıl porno, yapıtın bütünselliğine boş vererek, bu “boş zamanın” parçalara bölünerek, başka anlamlara büründürülmesidir. Ne de olsa porno kültürümüz, yetmişli yıllardaki konulu filmlerin arasına yerleştirilen ve her defasında kurgusu ile oynanıp yeni diye seyrettirilen “parçalardan” oluşmaktadır.

Kitap: Bayram SARI

Exit mobile version