Ruhum aykırıydı bu gece Ay’a, İçimde vahim bir savaş isteği vardı, hırçındım. Çenem sıkışmış, dilim olabildiğine ağırlaşmış, ağzımı açamıyorum ama tüm hücrelerim konuşuyordu sanki…
Tüm hücrelerimde garip ezgilerini duyuyordum Kutsal Evrimini doldurmaya başlayan Evrenlerin. Ve yavaş yavaş kabarmaya başlayan denizi hissediyordum yakınlarda. Ve sabah yağmuru çiselemeye başlamıştı, bir masum bebek gibi konuşuyordu sanki ama dilini anlamıyordum onun.
Ormanlardan, yer altı mağaralarından, okyanusların altından ve hatta uzak uzaydan gelen garip görünmez varlıklar, ilginç tinler yayarak, şehrin sokaklarında dolaşıyor olduklarını da emindim…
Bugünkü misafiri merak ediyordum. Yine aynı ayın aynı tarihindeyim çünkü… Sadece birkaç dakika kalmıştı kapının çalınmasına.
Vaktin geldiğini anladım. İlk defa âşık olanlar gibi, karnımda bir ağrı, gıdıklanma vardı, heyecanlıydım. Kapıyı açtım.
Karşımda bu sefer Palyaço vardı.
Evet. Palyaço. Hem de, Turgut Uyar’ın şiirinden çıkmışçasına gayretli, dobra adım atıyor ve geveze keyfiyeti var gibiydi! Çok uzun süre, hangidir nedenlerle susmuş, ama artık, HALKA İNEREK, KONUŞMA, ÖNEMLİ MANALAR ANLATMA FIRSATI OLMUŞ biri bu kadar memnun görünebilirdi belki…
Kendinden ve her şeyden son derece memnun gibi sırıtıyordu bir de bu Palyaço. ‘Her şey HARİKULADE! Görmüyor musunuz? Her şey MÜKEMMELLL!’ diye bağıracağını sandım gelişi geliş. Ama, dikkatle izleyerek, kurnaz bir kıvılcım gördüm bilgelikle bakan gözlerinde ve susuyordu.
Tam karşımda durdu ve öylece ayakta konuşmaya başladı.
Dedi:
‘Yeni bir söz söylemenin zamanı geldi, değil mi?’
‘Bak, ama…’ diye başladığım, fakat, o benim cümlemi umarsızca kesti:
‘En son din bu dur, en son peygamber de bu demediler mi? Ama hiç Yeni Söz olmayacak dediler mi? Evet, hep var Olan hem de YENİ DOĞACAK OLAN hakkındaki yepyeni sözcükler!’
Oyuncuydu bugün, oynuyordu benimle de.
Sordum: ‘Görünecek mi? Görünmez mi? Kadın mı ya da Erkek mi? Ermiş mi, Evliya mı, Hükümdar mı ya da deli mi diyecekler ona da? Tapacaklar mı, inanacaklar mı ya da öldürecekler mi yine? ‘
Dedi (benimle değil, sanki başkasıyla konuşuyordu, karşısındaki başka Bir’ine seslendi güya:
‘Evet, tamam, Mısır’daki kâhinlerin zamanı geçti, gezegenleri bile kalmadı onların artık. Mayaların Tanrıları da geçti. Tanrısal genlere makak genlerini sokuşturmanın sonucu yaşandı. Çok, çoook sefer aldınız Kaynaktan desteği ama hak edemediniz çoğunuz, hep saptırma peşinde oldunuz EN GÜZEL olanı…
Evet, Cengiz’i, İskender’i, Sezar’ı, Timur’u ve Hitler’i de yaşadınız. O çağın da süresi doldu.
VE ŞİMDİ!!! – haykırarak devam etti – Işık getiren’in Gözü her yerde ve en çok içinizde olan Çağ da başladı!’
Sonra benim gözlerimin içine baktı ve oradan okuduklarını dile getiriyormuşçasına soluk almadan söyledi:
‘Beşinci çağdaki vekillerimiz iki tanedir, görünmezleri dokuz… Biri Büyük Ana’nın temsilcisi-iki örgülü kız, öbürü İmparator’un kurdu-oğlan çocuk. Sayısız halde her yerde olacaklar ama iki tane BİR’in vekilidirler. İki çeşit vekiller; kimisi kadın, kimisi erkek bedeninde, ama ruhları dokuzların terbiyesiyle, adları-bedenleri-sınırları aşacaklar. Yeni eğitim sistemimizin ilk sınıflarını toparlayacaklar, yeni adlar koyacaklar bazı şeylere, çok adları da iptal edecekler, adsızlığa, sessizliğe doğru ilk adımları atmaya hazırlayacaklar insanları. ‘
Sordum şaşkınlıkla: ‘nasıl tanıyacaklar?’
Beklediğimizin tersine, hiç de geveze değildi Palyaço. Çok sözler onun için bir öneme sahip değildi çünkü, hem de, onun sözlerini ben anlamazdım ki çoğunu. İki çeşit boşluğu bir devre gezinip, bir ORTA alanın sözlerini dile getirmek zorundaydı. Her yeni devrede birkaç yeni söz eklenebilirdi sadece. Ya da hep aynılarını tekrar tekrar söylemek, yazmak, anlatmak… Zor iş. En iyisi, çok susmak ve sadece vakti geldiğinde en lazım olanı konuşmaktı.Dedi:
‘Kuklaları unutma, hepsi aynı vekillerin hücreleridir, maske farkı ve çeşit ortamlara uyumlanmadan dolayı bazı kalıp farkları olabilir. Bazıları çok şakacı ve biraz küfürcü kuklalar bile olabilirler, ama acıyı kukla duymaz, içinde veya yukarıdan ipi oynatan EL ve o elin hizmet ettiği KALP duyar, değil mi?’
Gözbebeklerinde belirmeye başlayan hüznü birdenbire yine coşku ve neşeyle değiştirdi. Bir takla attı, görünmeyen birilerini alkışladı, kimse olmayan tarafa öpücükler gönderdi ve yine benim tarafa döndü ve gülerek dedi:
‘Neyse, yeni söz, yeni sözdür, kim söylerse söylesin!’
Tam sesiyle haykırdı sonra ellerini havaya kaldırarak:
Önemli olan, söylenmesi gereken Zaman yaklaşıyor!!!’
Ve havada eriyip, kayboldu.