Mutlu haftalar, şimdilik azınlıkta olan okurlarım
Bugün bu yazıyı yaşadığım ufak bir farkındalık ve tabii ki sabah sayfaları adıyla yaptığımız bir çalışmayla kağıda döktüm. Sabah sayfaları, uyandığında yaptığın ilk işler arasında olan üç sayfa alakalı ya da alakasız içinden geldiği gibi yazılar yazmanı gerektiren kendinle baş başa kaldığın 10-15 dakikalık bir süre zarfı.
Bugün erken saatte otogara gidip bir emanet aldık bir arkadaşım ile ağır da bir emanetti. İki kişi olmamıza rağmen taşıyabilmemiz biraz zordu. Orada bir genç sağ olsun, hemen atlayıp benim elimden almaya çalışıp yardımcı oldu. Kolaylıkla arabaya attık ve arabaya bindiğimde çok şükür dedim bak Rabbim yardımcı bir vesile yolladı, HAMD olsun. Arkadaşım da şakasına da olsa ‘Allah öyle küçük şeylerle uğraşır mı ki uğraşmaz’ dedi… Poff orada ani bir patlama yaşadım. Tam da Julia Cameron’ın Sanatçının Yolu kitabını okuyorken, orda bu konuyla ilgili bir yazıyı daha dün gece okudum, eşzamanlılık bölümünde, dikkat edin hayatınız da eşzamanlılıkları yakalayın diye de özellikle bir not düşüyordu hatta kendi kendime de dedim nasıl yakalayacağım ben bu dediğini. Baya içten sormuşum ki sabahına karşımdaydı 🙂
Evet insanlar böyle düşünüyor, böyle düşündürülmeye zorlanıyor ne yazık ki. Her neye inanıyorsan inan; Yaratıcımız her yerde ama her yerde bize ulaşma, yardım etme, mağfiret etme, koruma, kapıları açma-kapama, affetme, nimet verme vs. ne geliyorsa aklına hepsinde yanımızda.
‘O’ içimizde en derinimizde, o kadar bizimle, o kadar her kuluyla ki her kuluna bizzat ilgi gösteriyor. Her kulunun bizzat yanında, kimin de daha sessiz kimin de daha coşkulu belki, kimin de daha yüzeysel kimin de daha derinlerde. O kadar çok olasılık var ki. O bizzat kulunun zannı üzerine orada.! Nasıl zannediyorsam Yaratıcımı; kafamda, kalbimde, nereye ne kadar koyuyorsam, O da orada o kadar kendini gösteriyor. İşte burada ki ince çizgiyi anladığımızda o ince çizgiyi fark edip dengeyle yürümeye çabaladığımızda emin olun -ve elbette hemen şu an tasvir edin- o çizgide ilahi bir elin bizi tuttuğunu hatta o çizgi olan yolu kalınlaştırdığını göreceksiniz, hissedecek hatta bileceksiniz.
Teslim olmanın, teslimiyetin en güzel halini yaşamaya hoş geldiniz..
Bir kere inandığında ve bildiğinde, emin olduğunda aslında iman ettiğinde -iman etmek emin olmak demektir çünkü- o yolun lezzetine bir kere kapıldığında daha fazlası için kendiliğinden gayretin aktığını göreceksin. Çünkü kulu bir adım attığında, Yaratıcısı ona onlarca adım atacak kudrette ve lütufkardır, hamdolsun.
İlahiliğe böyle bir pencereden bakınca inanın her şey daha hafifliyor. Yaşam, yaşanabilir bir hal alıyor. Şikayet şikayeti, şükür şükrü doğuruyor. Bir kere ya, bir kere inandığında başına gelen şerrin ardında seni bir hayrın beklediğini bildiğinde, buna inanmayı seçtiğinde işte orada insan beyni gerçek bir sıçrama –ki kuantum sıçraması da deniliyor- yaşıyor. Aklediyor, fark ediyor, sisteme güvenmeyi seçiyor bir Yaratıcısı olduğunun, O’nun kendisi yerine de düşünen bir yaratımın varlığının ve O’na teslimiyetinin olması gerektiğini fark ediyor, fark ettiriliyorsun aslolan yolda. Çünkü kabul edelim hiçbirimiz her zaman teslim olamıyoruz. Her an her şeyi kontrol etme güdümüz içimizde o kadar büyüyor ki o sele kapılıp gidiyoruz. O selde başımıza neler geliyor artık varın sizler yaşadıklarınızla örtüştürün.
Herkesin seli aynı değil tabi. Sel ile birlikte gelen engeller, takılmalar hatta boğulmalar aynı değil. Herkes kendi selini kendi oluşturuyor, çevresi, bilinçaltı hatta hayal dünyası. Her şeyin ve herkesin bir nebze tuzu biberi var bunda. Herkes ama herkes o selin içinde, bazılarınız isterseniz çığ olarak düşünün bunu bazılarınız lavlar içinde ilerleyin, çeşit çeşidiz. Acılarımız da her birimiz gibi çeşit çeşit. Ama herkes ilerliyor kimi az kimi çok. Bir akış mutlaka mevcut.
Kimi tam kurtuldum diyor bir dal parçasına tutunuyor, geri dönmeye çalışıyor, ayağı kayıp tekrar düşüyor bir kere yaşadığı şeyi farklı bir versiyon da tekrar yaşıyor fark etmeden. Kimi bir selin ya da bir çığın içinde olduğunun farkında bile değil.
Hepimize biçilen bir yolculuk var ve hepimiz öyle ya da böyle ilerliyoruz. Önceden sorgular, haksızlık olduğunu düşünürdüm. Ne büyük bir gafletmiş aslında. Kimse bize öğretilmesi gereken yaşlarda “hey bizler dünyaya bedenlenmeden önce ruhsal bir anlaşma yaptık, sınavlardan geçmeyi kabul ettik, sınavlarımızı, ailemizi belirledik; sınavlarımızda, tekamül yolculuğumuzda kimlerin destek ya da köstek olacağını belirledik de geldik. Söz verdik ilerlemeye, yükselmeye, gelişim göstermeye imza attık” gibi şeyler söylemedi. Ne bana söylendi bunlar ne de benim kendi ebeveynlerime söylenmiş. Bu bilgi nerede hangi nesilde unutturuldu bilmiyorum ama en sağlam temelin yıkılışı gibi bu bilginin de unutturulması!
Herkes ama herkes iyi-kötü, az-çok, büyük-küçük sancı çekiyor. Bir sancı var ortada, neyden ya da kimden kaynaklanıyor belli değil.
İnsan bilmediğinden korkar, gözünde büyütür, zanlar oluşturur ve o zanlar seline kapılır gider. Neden doğdum, niye yaşadım, ne yapmam gerekiyordu da ne ara öldüm der durur. O önemli bilgi unutturulmasaydı ya da yer yer hatırlatılsaydı bütün nesle, eminim çok daha sağlıklı, dirayetli bir toplum olurduk. Bu kadar çok sapmazdık en azından bu kadar basit şeylerde tökezlemezdik.
Ben bu dünya alemine bedenlenmiş bir ruhum. Bir anlaşma imzalayarak dünyaya geldim. Yaşadığım ya da yaşamadığım, gördüğüm, duyduğum, öğrendiğim şeyler; ailem, arkadaşlarım, çocuklarım, var olan her şey; yaşam, doğa, hayvanlar ya da bitkiler benim sınavımın bir parçası olabilir. Ben bir sınavdayım, yeri gelecek hata yapacağım yeri gelecek başarılar elde edeceğim, yeri gelecek kötü konuşup kötü davranırken yeri geldiğinde çok daha naif bir kişilik sergileyebileceğim. Her şey benim için. Hepsi sınavın bir parçası. Ben yaşadığım ya da yaşamadığım, olan ya da olmayan her şeye, her duruma; bu benim sınavımın bir parçası olabilir gözüyle bakarsam, yaşadıklarımın, düşündüklerimin ve en önemlisi duygularımın furyasına daha az kapılır, kendimi daha az kaptırırım.
Bir sınavda olduğunu bilen insan daha dikkatlidir, akleder, gözlemler, düşünür ve kendince doğru olan cevabı arar, bizden de istenen o aslında. “Ben insanı gerçekten en güzel biçimde yarattım” diye şahane bir ayet var. Meleklere secde ettirilen bir yaratım var, eee bu boşuna olmasa gerek 🙂 Her anını Yaratıcısını anmakla geçiren meleklere secde ettirilmiş bir yaratım. SübhanAllah! Ne büyük bir hikmet! Ne büyük bir değer veriliş. Bu değere karşılık bizlerin de bazı sınavlardan geçiriyor olmasının çok da lafı sözü edilecek bir durumu olmasa gerek 🙂 ki kalmış ki sorulmuş da dünyaya gitmek istiyor musun diye, evet evet diye atlayan bizleriz şimdi mırın kırın etmenin bir faydası yok.
Fark etmenin ve toparlanmanın vakti.
Böyle konuşuyorum evet biliyorum, bunları bilmeden önce ben de zerre bir şeyin farkında değildim. Ben mi seçtim, ben mi istedim dünyaya gelmeyi sanki yaşadığım yeri, ailemi, çevremi, hatta bedenimi seçmediğime dair büyük iddialara sahiptim. Tabi oluyor arada öyle 🙂 Çok sele kapıldık, lavlara düştüğümde oldu, çığın altında kaldığımda. Şimdi oturup düşündüğümde hepsinin bir sebebi olduğunu görebiliyorum. Kimse de itmedi beni ha. Hep ben seçtim, o seçeneği işaretlemek hep benim elimdeydi evet şimdi fark ediyorum daha dikkatli olmaya özen göstermeye çalışıyorum. Çünkü biliyorum ki bu sınavlar ben yaşadığım sürece devam edecek. Aaa tamam hadi ben anladım, öğrendim, fark ettim, bitti değil. Dedim ya bu bir akış bu dünyadan ayrılana kadar bu akış içinde sürekli yol alıyor olacağız.
Sürekli yoldayız. Yaratıcımız bizi ana yoldan ayırmasın (Amin) arada tali yollara girmekte bir o kadar güvenli ve gerekli. Endişeye kapılmayın.
Yolculuğumuza, ilahi plana güvenmeyi seçelim lütfen, bu satırları kendini törpüleyebilmiş kontrol manyağı biri yazıyor ise kendine inanmayı seçen herkes yapabilir.
Sevgilerimle..
Kaleminize sağlık Nihan Hanım kelimelerle ne güzel dökülmş Hak sizden.
Sevgiler
çok teşekkür ediyorum nazik yorumunuz için, sevgiler