Pulitzer ödüllü bilim insanı ve Harvard Üniversitesi profesörü E. O. Wilson iki önemli kavramın isim babası: Biophilia ve Biophobia… Biophilia “doğa sevgisi”; insanın diğer yaşam formlarıyla anlamlı bağlarının ifadesi; tüm canlılarla ilişki kurmasını mümkün kılan ve içinde taşıdığı potansiyel genetik eğilimi tanımlıyor. Biophobia “doğa korkusu” ise bunun zıttı ve günümüzde pek çok insanda aynı oranda geçerli olan bir özellik… E. O. Wilson diyor ki, “İnsanda yaşamın tüm varlıklarıyla ilişki kurabilme yetisini uyandırmak için bilim yeterli değildir! Kültür – edebiyat, tiyatro, sinema, müzik, resim ve öğrenmeye yönelik tüm etkinlikler- açacaktır kalbi. Kültür, bu bağlamda insanın kadim özelliklerini uyandırmanın bir yoludur. Ve buna çok ihtiyacımız varken, çağdaş toplumların kültürden bu kadar uzaklaşması, kendi ilgi alanında önemsenmek üzerine yoğunlaşması ne yazıktır…”
Şamanizm, yerli halkların Şifacılarının (sadece seremoni ve ritüellerinde giyip, gündelik hayatta zaten giyinmedikleri) özel giysilerine benzer kıyafetlerle fotoğraf çektirmek ve toplanıp davul çalmak değildir. Şamanizm, günümüz popüler kültürüne kurban edilemeyecek kadar değerli, çeşitli gösterilerle azımsanmayacak, çarpıtılmayacak kadar değerli, ruhsal ve bedensel bütüncül sağlığımızı destekleyen bir inançtır. Kadim insanların inanç sitemine, örf ve geleneklerinin bütününe Mircea Eliade’nin verdiği antropolojik isimdir Şamanizm. Kurumsal ve semavi dini sistemler öncesinde insanlığın kendisini Doğa’ya odakladığı, kendisinin ve hayatının anlamını Doğa’da bulan ruhsal ve ilahi bir yoldur.
Yeryüzü ve Gökyüzü, Toprak ve Sema, insanlara ve sonsuz sayıda başka canlılara rehberlik eden, barındıran, sevgisiyle kutsayan ve kendileri de aynı öze sahip canlılardır. Var olan her şeyin birbirine bağlı bütünselliğini temsil eden Kâinatın tüm enerjisinin Doğa vasıtasıyla insanın içine aktığına inanan, bunu hisseden atalarımızın genleri davul çalmasak ve tören yapmasak da yüreğimizdeki sevgi ve aidiyet özünü oluşturuyorsa, Biophilia anlamlı bir vasfımızdır.
Çalışma hayatı ve yönetişim alanlarında yapılan araştırmalar ilginç sonuçlar ortaya çıkarmış. İş yerlerinde çalışma masaları bir ofis duvarına dönük olan ya da masanın karşısındaki pencere başka bina duvarına, otopark alanına bakanlar, çalışma masası pencereye dönük ve hele o pencereden gökyüzünü, bir ağacı görenlerle karşılaştırılmış. İkinci grubun daha az stresli olduğu, daha az hastalık izni aldığı ortaya çıkmış. Doğayı şamanik-spiritüel bağlamda algılamayan insanlar dahi boş zamanlarında, ya da tatillerinde doğaya koşarlar. Şehir içindeki parklar, ağaçlıklar, su kıyıları dinlenmek, eğlenmek için çokça tercih edilir.
Çoğu hastalığın temelinde doğadan kopukluğun yattığı anlaşılmadıkça eldeki şifa öğretileri istenen sonucu vermeyecek, hastalıklar zihnen anlaşılsa da sıkıntılar hemen geçmeyecektir. Günümüzde Ekopsikoloji diye bir bilimsel alanın açılmış olması içimizde uyanan derin bilgilerin sonucudur. Bu bilimsel başlık altında giderek daha fazla sayıda araştırma yapılıyor. Yaygınlaşan toplumsal şiddet sorununun, sosyal davranış bozukluklarının, artan öfkeli davranışların sebepleri arasında Doğa’dan uzaklaşmış yerleşim düzenlerinin ve yaşam tarzı önemli bir faktör olarak dikkat çekiyor bu yayınlarda. Hatta gezegenimizin tahribi ve doğanın yok ediliş hızı ile zihinsel ve duygusal hastalıkların artış hızını ilişkilendiren çalışmalar saygın dergilerde sıklıkla yayınlanmaya başladı.
Şamanik açıdan bir başka tehlike de var. İnsan, hayvan ve bitkilerin hastalanmaları, sosyal yaşamın travmaları Doğa’yı hastalandırmaktadır. Bu karşılıklı olumsuz etkileşimin hepimizin en önemli meselesi olduğunu anlamamız gerekiyor en kısa zamanda. Doğayla doğru, sağlıklı, sevgi esaslı iletişim, bizleri olduğu kadar Doğa’yı da şifalandıracaktır. Gün, Doğa ile Doğa paydaşlarımızla şamanik temelde kadim ilişkileri kurma günüdür. Çevreyle, hayvanlarla, bitkilerle, diğer insanlarla doğru iletişim; bütüncül şifaya giden ana yoldur.
Doğa’yı ele geçirilecek, hükmedilecek, önemsenmeyecek bir dış-öğe olarak görmenin, sadece çevre felaketlerinin değil, fiziksel hastalıkların da çok önemli bir sebebi olduğunu idrak vaktindeyiz. Fotoğrafa dayalı yeni yaşam düzeninde, doğal olmayan “mükemmel hayat” kavramı baskınlaştıkça, özgüven öz’den uzaklaştıkça hiçbir davul, çıngırak ve süslü şapka insanı şifalandıramıyor. Bağımlılıklarla doğadan kopuş gerçekleşiyor; hatta doğadan korku gelişiyor. E. O. Wilson’ın Biophobia diye tanımladığı durum bu oluyor.
Meksika’da son on yıldır çeşitli biçimde istismara uğramış, tutuklu denecek hayatlardan kurtarılmış çocukların psikolojik tedavilerinde doğa önemli yer tutmakta. Rehabilitasyon merkezleri büyük ormanlık alanlarda inşa ediliyor. Çocuklarla konuşulduğunda iki önemli ifade dikkat çekiyor. Kendilerini yeniden “özgür” hissetmekten bahsediyorlar ve çok ilginç biçimde Doğa’yı “Anne” olarak ifade ediyorlar.
Meditasyonları haricinde bir kez bile bir ağaç ile, bir nehir ile, bir hayvan ile yürekten ve samimiyetle konuşmamış kimse ne kendisine ne de başkasına şifa veremiyor. Doğa yürekten içselleşmeyen faaliyetlere katılmayacak kadar bilge bir Şifacıdır. Acıyı, ağrıyı azaltan enerjilerle yüklü Doğa şifasına dâhil olmanın yolu çok basittir: Gözünü ve kalbini açmak, derinlerde, genlerde yatan Biophilia niteliğini uyandırmak…
Yaşamı şifalandıracak tek gerçek, doğanın yüreğinden akan hayat ağacının özüdür, şifa ise doğaya ve kendine dönüşle mümkün olacaktır.