Şamanizm, insanlık tarihinin bilinen ilk ruhsal inancıdır. Doğanın kutsandığı, doğadaki tüm varlıkların tek bir ruha sahip olduğuna, her şeyin bir bütün ve birbiriyle ilişkili olduğuna inanılan bir yaşam felsefesidir. Temel amacı, doğanın ve canlıların vasıtasıyla Tanrı’yı anlamaktır. Şaman inancında evren, titreşimlerden oluşan bir enerji ağının bütünlüğü içerisinde algılanır. Hangi çağda olursa olsun, şamanik çalışmalar kişiyi evrenin gizemlerine karşı artan bir farkındalığa yönlendirir.
Şaman’ın inancında fiziksel yeryüzü ve gökyüzünün ötesinde bir de çıplak gözle görülmeyen kozmik bir alem vardır. Bu olağandışı dünyayı keşfetmenin ve orada hareket edebilmenin temel tekniğine olan “şamanik yolculuk”larda esas olan, bilinç halinde bir değişim yaratarak mevcut “uzay-zaman” alanının dışına çıkabilmek, günümüz insanının ancak mitolojik anlatılarda veya rüyalarında karşılaştığı bir dünyaya dahil olmaktır.
Aslında tüm insanlar içlerinde arkaik olarak kayıtlı şamanik vasıflar taşır ve tüm dinler, göz kamaştırıcı ve ruhu yüceltici Yaradan aşkını öğretirler; sevgi, tüm varoluşun temelidir. Tüm kitaplar, varolan her şeyin tanrısal bir sevgiyle ve ortak bir ruhla yaratıldığını paylaşır. Ancak Şamanizm’de doğa ruhunu daha içselleştirmesi, daha yakından tanıması gerekir. Sadece ulaşılamaz bir semadaki yüce varlıkları değil, yeryüzünde ve gökyüzündeki tüm varlıkların, fark gözetmeksizin tüm insanların, tüm hayvanların, tüm bitkilerin, yıldızların, güneşlerin, toprağın, elementlerin, hatta mevsimlerin bilinç enerjisi taşıyan varlıklar olduğuna, evrendeki her şeyin iletişime açık ortak ruhsal özlere sahip olduğu anlayışına açık olması gerekir.
Modern insan, evrenin bu tanımına aşina değildir. Çağımız insanı, doğanın döngülerinden kopuk olduğunu yaşamaktadır. Pek çok psikolojik ve fiziksel hastalığın nedeni doğa ritminden ve bilincinden kopmuşluktur. Şamanlar’ın en temel görevi olan şifacılık da, kişinin bu bütüncül dengesini yeniden tesis etmektir; doğanın döngüleriyle bütünleştirici çalışmalarla günlük hayatına yeniden uyum ve denge getirmektir.
Bu yazıda bitkilerden bahsetmek isterim…
Bitkilerin dünya deneyimi, insan ve hayvanların dünyayı deneyimlemelerinden çok farklıdır. Bitkiler kökleriyle toprağa bağlı olduklarından yer değiştirici hareket özelliğinden mahrumdur. Bu mahrumiyet, engin ve derin bir kabullenme hali içerisinde ve kendileriyle barışık varoluşu yaratır. Korku, nefret, kıskançlık benzeri duygular bitkilerin asla bilmediği, tatmadığı hislerdir; zaten bir işe yaramayacak duygulardır. Öte yandan, bitkilerin deneyimleyebildiği çok daha geniş yelpazede yüksek duyguları insanlar ve hayvanlar, değil kavramak, tasavvur dahi edemezler. Öte yandan, bitkilerin sevgi, acı, mutluluk, susama ve benzeri bazı hisleri insan ve hayvanlarla ortak duygulardır. Bizlerin bitkilerle iletişim kurabilmemize imkân veren duygular böyle ortak paydada buluştuklarımızdır.
Bitkilerle duyusal ilişkileri paylaşmanın başka insanlarla paylaşmaktan çok da farklı değildir. Örneğin, bize son derecede öfkeli birisinin yanına yaklaştığımızda, bizi de o kişiye karşı şiddetli bir kızgınlık dalgası kaplar; aramızda öfke ve korkunun egemen olduğu bir enerji dalgası ikimizi birlikte sarar. Bir bebek bize gülümsediğinde içimizi kaplayan mutlulukla biz de ona gülerek yaklaşırız. Ancak genelde başka insanlarla olan etkileşimlerimizde bu türden enerji bağları ya da bu tarzda ani gelişen duygusal yakınlıklar oluşmamaktadır. Konuştuğumuz kişiyle enerji ilişkisi kurmak bir yana, çoğu zaman gözlerine bile bakmayabiliriz. İnsanlar günümüzde daha kuşkucu ve daha ketum. Kendini saklamanın kendini koruma olarak algılandığını görüyoruz ve ilişkilerin olabildiğince duygulardan arınmış, verimsiz, steril bir hal aldığını fark ediyoruz.
Bitkilerle iletişim kurabilmenin ilk adımları, insanlarla olduğu gibi onların varlıklarını kendi varlıklarımızla eşit görmektir. Bitkilerle iletişim, insanlarla iletişimden daha kolaydır. Doğal olarak, bitkilerin bizlerdeki gibi kendini koruma dürtüleri, kendilerini önemseme gibi zaafları yoktur. İnsanlarla ilişkilerde de, bitkilerle ilişki kurarken de, taşkın biçimde üstlerine akmak, sarıp sarmalayıp daraltmak istenen sonucu vermez. Sadece duygularının kendi duygularımız kadar gerçek ve önemli olduğu varlıklar olduklarını kabul etmektir aslolan.
Bitkilerle iletişimi öğrenme sürecini, öncelikle aynı ve tek bir bitki seçerek ve onunla aksatmadan her gün ilişki kurarak başlatmak yararlı olacaktır. İdeal olanı, evden dışarı çıkılması, mümkünse yalnız olunması, her gün aynı ağacın ya da başka bir bitkinin yanında en azından birkaç dakika geçirilmesidir. Bu yapılamayacaksa, evde ya da bahçede bitki de yetiştirilebilir. Ancak iletişimin en kolay başlangıcı ağaçlarla olandır. Bunun sebebi, şaman inancında, insanlarla ağaçların duygusal öz varlıklarının çok benzer olmasıdır. Gerek insanların, gerekse ağaçların auralarını oluşturan ışık ağlarının konfigürasyonu çok benzer yapıdadır. Oysa, örneğin, böceklerle insanların aura konfigürasyonları oldukça farklıdır. İnsan ve ağaç kolayca ilişki kurabilirken insan da, ağaç da, böceklerle iletişimi daha zor gerçekleştirecektir.
Psişik özellikleri en zayıf insan bile büyük bir ağacın yanına gittiğinde o ağacın kişiliği ve ruhu hakkında ufacık bir his alabilir. Ağacın kendisini nasıl hissettirdiğine dikkat edecek olsa mutluluk mu, huzur mu, hüzün mü hissettiğini, kendisini hafiflemiş mi, yoksa biraz ağırlaşmış mı duyumsadığını fark edecektir. Bazı kişiler ağacın enerjisinin eril mi, dişil mi olduğunu, yaşının genç, duygularının canlı mı, yoksa yaşlı ve yorgun mu olduğunu hemen hissedebilirler.
İnsan, duygularını geliştirmeye yürekten niyet ettiğinde bulutları seyrederken resmettikleri şekilleri görebilir; bu hiç de zor değildir. Tek fark, bulutlarda şekiller bulmak zihinsel bir faaliyetken ağaçları hissedişte zihinsel kontrol yoktur; bedenin gevşetildiği ve tüm duyuların serbestçe akışına izin verildiği bir doğa teslimiyeti vardır.
Bitkilerin duygularını yakalamak için bir başka güzel zaman onların salındıkları, hareketli oldukları anlardır. Hareketli oldukları zamanlar bitkilerin en mutlu oldukları zamanlardır. Rüzgâr ya da yağmur onları hareketlendirir. Eğer ağaçlar ve bitkiler salınıyorlarsa, bizlere el salladıklarını hissederek onlara el sallayın. Rüzgârda nasıl dans ettiklerini fark edin. Yolları gölgeleyen, kaldırımları bahçeleri süsleyen ağaçların altlarından geçenlere nasıl bir sevgi enerjisi akıttıklarını duyumsayın. Ağaçların yeni filizlenmiş ya da yeni uzayan yaprakları, yaşlı ve yumuşamış, koyulmuş yapraklara oranla daha canlı, daha sağlıklı ve naif biçimde daha coşkulu bir enerji saçar. Bitkilerin farkındalığının farkında olun; ağaçlık bir alanda ya da çayır ve otlaklarda yürürken, insan kalabalığında yürüyor ve hatta onlar da size bakıyor gibi hissetmek bir niyet işidir.
Ağaçlarla duygusal bağ kurmayı öğrenmek için uygun bir zaman dilimi de, eğer ölmek üzerelerse yanlarına gitmektir. Bir ağaç kesildiğinde durun, düşüncelerinizi susturun, ona dikkat ve özenle bakın. Devrilmeden ya da son nefesini vermeden önce hissettiği şiddetli ıstırabı hissetmek zor olmayacaktır, çünkü ağaçlar ve tüm canlılar ölüm anlarında büyük bir enerjiyle dolarlar ve çevrelerindeki insanlar hassas kişilerse bundan etkilenmemeleri, hissetmemeleri olanaksızdır. Amerika’da ağaç kesiciler her ağaç yıkıldığında muzaffer biçimde kereste anlamında “Timber!” diye bağırırlar.
Bence kendi utançlarını ve doğayla kopukluklarını örtmeye çalışmaktır, bu bağrışları.
Ölüm anındaki ağacın sorumluluğundan kaçış haykırışıdır.