Ben beni tüketebilirim korkuyla seçtiğim moleküller ile…
Ben beni üretebilirim sevgiyle seçtiğim moleküller ile…
Ne dedim ben şimdi?
Soru ağır geldiğinden bilincim durmuştu sorunun burasında. Dün dostlarla muhabbet anında açıldı pandoranın kutusu ve döküldü yanıtlar. Paylaşmasam olmazdı ve gecenin bir yarısı oturdum yazmaya.
Yediklerimiz içtiklerimiz belirliyor bedenimizin yapı taşlarını demiştik. Ve bu yapı taşları ile bakıyoruz dış dünyaya. Beynimizin içinde sıralanan moleküllerin verdiği anlam ile. Müşterek bir bilinç alanımız var ve bu hepimizin beyninde kayıtlı. Bilgisayarın yazılım alt yapısı gibi. Hangi bilgisayarı açarsan aç, işletim programı aynı bilgisayarlarda aynı işlemleri yapabiliyorsun. Ve bu programlar giderek gelişiyor. İlk programlar ilkel insanlar gibi geliyor şimdi bize. Ağır, kaba, sınırlı… Şimdi öyle mi ya! Üç boyutlu üreten yazıcılar bile var. Şu anda hantallar.. Çok uzun sürüyor bir şey üretmeleri ama bilgisayarda bir araba çiz, yazıcıdan üç boyutlu arabayı çıkar halindeyiz.
İnsan, ilkel insan ve modern insan gibi bir tanımla geçmişini ve günümüzü tanımlıyor. Peki ne değişti beyindeki moleküllerde?
Avın azalması, bulunması için çok zaman harcanması, daha uzaklara gidilmesi insanda açlık ve yokluk korkusunun temellerini atmış olmalı. Toplayacılıkla elde ettiği ürünlerin de mevsimsel değişiklikler göstermesi, belki kıtlık çıkması, insan sayısının artması gibi etkenler de tarım toplumuna geçişi getirmiş. Temelinde yokluk bilinci olan bir üretim başlamış. Buğdayın ve ekmeğin temel formülü yokluk korkusu. Nerde başlamış tarım ve yerleşik düzen. Mezopotamya’da.
Kollektif bilinç halinin yokluk, açlık tohumlarının başakları bugün aynı coğrafyada sonu gelmeyen savaşları getirmiş. Şimdi ise petrol bitecek, enerji yok olacak, eyvah biz yok olacağız..Karbonhidrat beslenme şeklinin sonucunda ortaya çıkan sentez varlık vibrasyonları böyle titreşiyor. O bilinci kontrol etmek de kolay. Korkuyu körükle, hemen canlanıyor ateş…
Nereye gidiyoruz ve geri dönüşü yok mu bu gidişin? En önemli soru bu. Dış dünyada hiç bir şey yok, her şey beynimizin içindeki moleküllerde demiştik. Birlikte seyrettiğimiz filmin karelerini karbonhidrat ağırlıklı çizersek, yokluk bilincinin oluşturduğu resimlerin devamı gelecek anlaşılan. Çare beslenmeyi değiştirme de. Kollektif bilinç alanına yeni tohumlar ekmemiz gerek. En hızlı şekilde. Yeni nesil bilgisayarlar gibi çalışmalı bedenlerimiz, beyinlerimiz.
Genetiği değiştirilmemiş ürünler olmalı soframızda. Sevgiyle üretilmiş meyveler. Tohumlarındaki niyeti biz ekmeliyiz. Niyet… Sihirli kelime…
Niyet, beynin çalışmasına yüreğin el koyması gibi bir şey… Farkındalığa geçen bir bilincin işlemi sanki. Tarlada, sofrada, sokakta, manavda, markette, iki gözü çevirip tararken aslında beynimizin içini, niyet moleküllerin dizilişini etkiliyor ve dolayısıyla dış dünyada seyrettiğiniz film değişiyor. Niyetiniz ne kadar güçlüyse o kadar zayıflıyor korkuyla yaratılan bilinç alanları. Kırılıyor eski programlar, taş tabletler.
İlkel programlar, yokluk bilinci, savaşlar, doğal felaketler, global ısınma yok olma niyetinin yarattığı filmler. İnsanı tüketen.
Üreten, yaratan, seven, sevilen, yokluk korkusu bilmeden coşku içinde çoğalan yeni nesil bir bilinç alanı var biliyorum. Tüm niyetimi o alana odaklıyorum. Tüm moleküllerimi bu yeni bilinç alanında hareket edecek şekilde formatlıyorum. Dış dünyada sevgi dolu filmlerin oynayabilmesi, daha fazla insanın aynı formata geçebilmesi için, bunu her birimizin yapması gerekli.
Bedenimizi gün gelip toprağa bıraktığımızda yeni formata geçmiş moleküllerimiz suya, toprağa, bitkiye, börtü böceğe bu yeni formatla geçip, gelecek nesillerin kimyasını değiştirebilecek güçte olmalı… Ancak o zaman sonsuz bir cennette yaşayabiliriz. Hep birlikte, ne bir eksik ne bir fazla..
Haydi niyetlenelim hep birlikte sevda türküleri söyleyebileceğimiz molekül dizimlerine…