“Günler tepelerden aşağı koşan vahşi atlar misali”
Charles Bukowski.
Vahşi atları tutmak, ne kadar zor ise zamanı tutmak da bir o kadar zor.
Nasıl da çekicidir o atlar, yakalamanın zorluğunu bilmek, deli rüzgârlarda yelelerini savurarak uçarcasına asi ve özgür.
Hürlüğünü: ovaları, ormanları yarıp geçerce si yaşar, rüzgârındaki ışıltı nasılda cezbeder nefsimizi.
İşte zamanın hükmü de aldırmaz uçup giden anı, kendine münhasır başının dikliği bizi böyle mest eder.
En derin acıları yaşayıp unutturmasının şifacı gücü gibi. Gözümüz kapalıyken açtığımızda birden geçtiğini görmek ve onu asla durduramamanın nevi şahsına münhasır hali, takdire şayan duruşu, tenimizde, bakışımızda bedenimizde, ruhumuzda bıraktığı izleri ne de büyüleyicidir dimi?
Tıpkı o yağız, sırma, atlar gibi.
O atlar işinin erbabı olan seyisler ile yakalanır mı, terbiye edilebilir, ehlileştirilebilir mi? Evet. O zaman, zamanın gücüne, hükmüne teslim olan onu yöneten de bilir; durduramazsın ama onu yaşarsın, onunla yaşarken onunla uçsuz ormanları, dağları, tepeleri, şehirleri, aşkları, İnsanları, kendini, yaşları aşarsın. Onu seversen seni sadece senin istediğin yere götürür. Çünkü sevgi eğitir, öğretir, büyütür, saygı gösterir ve verir. Tıpkı o seveceğin atların sana vereceği sadakat, dostluk ve ölümüne bağlılık gibi.
Zaman öyle büyük bir güç ki gözümüzün önünde savrulup hışımla giden o yağız, asi ve büyüleyici atlar gibi koşturup, rüzgâr olup gitmesine izin vermemeli.
Dünü bırakın, dünde kaldı, yarın belirsiz, bugün şu anda: marifet de şu anda, anda olabilmekte. Bugünü sevin, kendinizi sevin. Kahkahanızı, iki çift sevgi sözünüzü, bakışınızı ve dokunuşunuzun şifasını, sizi seven kimselerden ve zamandan esirgemeyin.
Esirgediğimiz her şey bizden o zaman atları gibi gitmeye mahkûm, sevdiğimiz ve saydığımız her şeyde o sadık dostlar gibi yanımızda birlikte büyümeye niyetlidir.
Zamana direnen değil, zamanla bir su gibi olursak duru ve doyuran oluruz. Zamanın içinde akıp giden su gibi olmanın ve zamanın dörtnala koşan atlarının yelelerinde rüzgâr gibi koşmanın tadını ancak zamana, teslim olduğumuzda anlayabiliriz.
Zamandan öte yar var mıdır insana? Doğduğunda onun ellerine düşer, ölene kadar onunla hemhal olur durur. Kimi zaman durulur sırtında keyifle taşır ötelere kimi zaman coşar taşar savurur vurur yerden yere… Dirensen de direnmesen de o sana istediğini yapar. Teslim olduğunda da savrulma ihtimalin var direnip mücadele ettiğinde. Yani iki ucunda papatyası noksan bir gülümsemeyle davet eder koynuna insanı, zaman denen o kısrak. Akıbeti nefes sayısı kadar olur, yolu da elindeki haritada çizilen yere kadar…. Kalemine sağlık Figen