“Ve kendisini parçalara ayıran tanrının bir unsuru olarak gören insan konuşmaya başladı…”
Hayat zıpır çocukların beştaş oynadığı ama ütülenin ağlayıp eve gidip abisini ya da babasını çağırdığı sonra da abilerin ve babaların yüksek ezik kimlikleri ile olayın kavgaya ve şiddete dönüştürdüğü basit ama kırılgan bir oyundan ibaret.
Çocukları izleyin derken yükselmiş zatlar, televizyondaki dizileri izler gibi izleyin demek istemiyor, onların eylemlerini tepkilerini, korkularını, yere düştüğüne gözlerinden akan yaşları kolunun tersi ile silip oyuna gülerek devam etmelerinin arkasındaki bilgeliği izleyin demek istiyorlar. Ama ne oluyor sonuçta yükseleceğim diyerek sağa sola yükselen tipler ortaya çıkıyor ve bunun da adını gelişim (gelişmişlikle pek ilgisi olmayan bir tanım haline döndü) adı altında yürütüyor. Evet, yürütüyor doğru kelime. Yürütmek, kendi hayatından milyonlarca gerçeği yürütüyor sonra da hayat ütülüp ağlamaya başlıyor neden? Çünkü bu oyunda çaldığı şeylerin tamamına yakını kendisi ile ilgili gerçekliklerde o yüzden.
Komik bir hikayedeki karakterleri oynuyor herkes. Dönüp baksanız gerçek bir komedi dizisi oynanıyor. Espriler havada uçuşuyor, inanmak isteği onu öyle ipe sapa gelmez düşüncelerin peşinden koşturuyor ki günün sonunda bırakın başladığı noktaya dönmeyi, doğmadan önceki bir zaman dilimine dönüyor kişilikler. İnsanlar, inanmayı kendi içlerinde öyle büyütüyorlar ki inanç onları geçiyor, onları eziyor ve onları yok ediyor. Bir şeyi gözden kaçırıyorlar bu çılgınca inanç fırtınasında, o olmazsa inanacak bir şey de olmayacak, inanç olarak önüne serilen şey onunla anlamlı hale geliyor ama o öyle yok, öyle hiç, öyle silik ve öyle kendine israf bir hayatı yaşıyor ki önüne serilen her inanç ve öğreti ve bunları ona sunan karakterler ondan daha değerli hale geliyor. Halbuki fark etse, o olmazsa o öğretiyi icat eden ya da o düşünceyi ortaya çıkartan, o siyasi fikri yaymaya çalışan kişi hiç var olmayacak bir karakter hale gelecek.
Ama dediğim gibi kendisini o kadar silmiş ki önüne ne koysan o bir ilah, o bir tanrıça, o bir kurtuluş masalı, o bir öteki dünya tapusu haline geliyor.
Yani, özetle insan kendi büyüttüğü karakterlerin kölesi haline gelip onların esiri oluyor
Kendi büyüttüğü inançların ve düşüncelerin askeri haline gelip kendisi ile birlikte tüm nesilleri öldürüyor
Kendi büyüttüğü korkularının esiri haline gelip o korkulara diğer insanları inandırma çabası içine girip onları yok etmeyi seçiyor.
Kendin olmak için hiçbir şeye ihtiyacın yok.
Siyasi fikirlere ihtiyacın yok, liderlere ihtiyacın yok, kişisel gelişmemiş tiplere ve onların öğretilerine ihtiyacın yok, boyutlar arası yolculuk yaptıklarını iddia edip hale bu boyutta düzüşmek ile uğraşan tiplere ihtiyacın yok. Senin sadece kendine ihtiyacın var. Bırak sarıldığın ve sana dayatılan aptalca korkuların esiri olmayı, çık dışarı gökyüzünü izle, ağaçlara sarıl, doğaya dokun, hayvanların sesini dinle, çocukların oyunlarına katıl, bir parka git ve delice oyna. Seninle kendi tebasını büyütmeye çalışan ahmak insanları da kendi çöplüklerinde bir başına bırak ve onların seninle beslenmesine izin verme onları da kendinden özgürleştir.
Başka türlü kurtuluş, başka türlü özgürlük ve başka türlü cennet gelmeyecek sana.
Düşün…Her şey bir düşten ibaret, . . . bile…