Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

İdrak etmenin tarifsizliği

Bir meyve ağacının tohumu, nasıl o ağaca ve meyveye dair her Bilgi ve yeteneğe sahipse insan da öyle. Dışarda gördüğümüz iyi kötü vs. diye tanımladığımız tüm insanların tüm özellikleri bizim özümüzde mevcut.

Eskiler gece karanlıkta aynaya bakılmaz derler. Ne görmekten korkarlardı acaba ya da ne görememekten? Tohumumuzdaki kabul etmediğimiz yönlerimizi mi? 

Geçenlerde bir kadın yazmış sosyal medyada. Bir olay yaşadım diyor. Daha önce tanışıp sevmediğim bir ben çıktı içimden. O ben ile yüzleşemediği için günlerce kendini deşip durmuş. Kendi ile savaşından başını kaldırdığında ise şunları yazabilmiş: bizler çok odalı bir şato gibiyiz. Beğenmediğimiz yanlarımızı şatonun uzak odalarına kitleriz. Ama yaşadıklarımızın güçlü etkisi o kişiye kapı kilidini kırdırıp çıkartır. 

Bana daha önce okuduğum bir kitabı hatırlattı. Yazar Mevlana’dan esinlenmiş: yüz katlı insan. 

Yine bir yerde okudum farklı bir inanç sisteminin yaratılış hikayesiydi. Yaradan insanı ful paket yarattığında her şeyi yapabildiğini fark eden insan için iyi ve kötü olmadığını yazıyordu. Bu gücü kontrol edememiş ve yaratmanın hastalıklı cazibesine kapılmış. Sonra Yaradan O’ndan güçlerinin büyük bir kısmını alıp dünyaya göndermiş. Yani az bir oyuncak verip git ötede oyna demiş. 

Güçlerimizi ve tüm yanlarımızı keşfettiğimizde artık oynadığımız rolün içinde kalamıyoruz. Roller de maskeler de bir bir dökülüyor. Ve insan evladı bu kadar oyuncak ile ne yapacağını bilemiyor. Tıpkı dünyaya sürülen Adem gibi. Daha önce hiç görmediği dünyayı ve kendini yeniden tanımaya çalışıyor. 


Farklı bir dünyanın kapıları açılıyor insan evladına. Her türlü tuzak ve olasılıklarla dolu bir dünya. Bu dünya yolculuğuna kendi ile tanış olmadan çıkanlar var. Kendi canavarlarını kendi elleri ile getiriyorlar bu dünyaya. Gerçi insan kendinin % kaçını tanıyabilir bir ömür? İşte Kahraman’ın yolculuğu. Bu yolda hiç kimse size yardım edemez. Yalnız yürünür. İşiniz sembollere ve masallarladır. 

Bir iş arkadaşım vardı. Yaşamdan da epey yorulmuştu. Sanırım onun verdiği ızdırapla hep şey derdi. Madem ermişler, kutsal kişiler bu dünyanın, yaratımın gerçeğini biliyorlar. Dümdüz deyiverseler ya. 

Tek bir gerçek var belki ama senaryo değişiyor. Çünkü her insan farklı ihtiyaçlar da farklı. Dahası Yaradan çeşitliliği seviyor. (Neden? Çünkü yaratabiliyor çeşit çeşit. Çünkü neden olmasındı? Sanatını izliyordu. Bizde kendini deneyimliyordu!) ( Sahi Tanrı kimdi? İnsanların yüzyıllarca anlata durdukları Tanrı, gerçeğine yüzde kaç benziyordu? ) İşte tüm bunları diyemedim. Din adamları kocaman kibirleri ile bunlar sır ve ehline verilir deyip egolarını tatmin ediyorlar, diyemedim. Çünkü Tanrı için insanların bazıları daha çok kıymetli bazıları daha az, değil mi? Bak şimdi sır filan deyince aklıma kandili yakmak yerine uyandırmak kelimelerini kullandıkları geldi. Uyandır ki gerçek vazifesini yapsın. Bu vazife ne ? Etrafına kendini tüketene kadar ışık saçmak mı? Işık Allah’ın nuru ise kendinden Nur ya da içimizde olduğu söylenen Tanrı parçacığı çıkana kadar vazifemizi yapmak mı? Tanrı bize kendi özelliklerinden / sıfatlarından seçip ayırıp vermiş ya. Hangisi içimizden çıkana kadar vazife göreceğiz? (Sahi vazife neydi? Vazife emekti. ) Sıradan insanlar uyandırmak yerine yakmak kelimesini kullanmayı tercih ediyordu. Bu süreç yani uyanınca bize verilen görev ya da uyanana kadar çektiklerimiz canımız yaktığı için miydi? Ah kelimeler ve onların büyülü dünyası. 

İşte tüm bunlar bu karama karışık dünyada kim olduğumuzu bulmak için. Önce ana özelliklerimizi görüp kabul etmek. Tanrı her şeyi çift başlı yaratmış bu dünyada. O yüzden o temel özelliklerinin çift başlı bir canavar olduğunu ve başlardan birinin iyi diğerinin kötü olduğunu bilip kötü olanın başını kesmelisin. (Bunu ben mi yazdım gerçekten? Kafa kesmek nedir? ) Diyelim ki ana özelliğin merhamet ama ne kadar ve kime kullandığın hassas denge istiyor. Diğer türlü insanlara ve kendine zarar veriyorsun. O zaman düşünmeden ve uzatmadan oralarda vakit kaybetmeden yapılması gerekeni yapıp yoluna bakacaksın. Kesmek kelimesi bu yüzden yapılması gerekeni iyi tanımlıyor. Problemi çöz ve bir sonraki aşamaya geç. Hayatımız süper Mario gibi. 

Peki kendimi tanıdım egomu yok ettim şeytanımı Müslüman yaptım. Bitti mi? Her yerini gördün mü? Her seni tanıdın mı? Beden donuna girdin de affedersin poponu görebildin mi? Yaratan bu donu sana tasarlarken sözüm ona ayıp yerlerini neden gözünün pek de göremediği yerlere koymuş ve tabi pek önem verdiğin sırtını? Savaşta sırtını kime dönersin? İnsana mı? Duvara mı? Yok sırtını kime dayadın? Bla bla bla… Sen sırtını hiç gördün mü? Her noktasına dokunabildin mi? 

Komadan çıkan insan misali ben kimim, neredeyim? Ah zavallı ben. Tanrı ne diyor? Sana güzel bir gökyüzü yarattım. Bak bakalım kusur bulabilecek misin?  Gökyüzünü O yarattı da çevrendeki diğerleri, diğer insanları baban mı yarattı yoksa şeyhin mi? Onlarda neden kusur ararsın. Giydiğin donla sırtını göremiyorsun ve yüzünü ki bu konuya hiç girmiyorum. Tam da bunun için ayna yok mu ? Bak etrafa. Dışarda ne varsa hepsi sende de var. Sevdiğin var da sevmediklerin yok mu? Elbet var. Kusur aramak için bakma. Bakıp ta kendini oyalama. Gör. Kendini gör. Yüzleş. İyi yönlerin bile bıçak gibi keskinken kötüyü görmeden kabul etmeden dahası hiç tanımadan nasıl başa çıkacaksın? Başka türlüsü mümkün mü?  Peki bunca şey kendini tanımak ve bulmak için ya. Buldun diyelim kendini ve sınırsız güçlerini idrak ettin. Bulduğun ile ne yapacaksın? 

Exit mobile version