Hayat, insanlara iki farklı yol sunar: Biri, hayatın akışına kapılarak, durumların şekillendirdiği bireyler olmak; diğeri ise kendi varlığını anlamlandıran ve çevresine anlam katan bireyler olarak yaşamak. Bu iki yolu, “Durum İnsanı” ve “Varlık İnsanı” olarak adlandırabiliriz. Durum insanı, etki-tepki döngüsünde hayatını sürdürürken, Varlık insanı anlam arayışını ve ilkelerini merkezine alır.
Peki, toplumun büyük bir kısmı neden Durum insanı olmayı seçer? Ve Varlık insanı olmanın bu kadar nadir bulunmasının nedeni nedir? Bu sorular, insan doğasına, toplum düzenine ve bireysel farkındalığa dair pek çok ipucu barındırır.
Durum insanı, hayatın sunduklarını olduğu gibi kabul eder ve onunla yetinir. Bu tür bireyler, sistemin işleyişine kolayca uyum sağlar, çünkü bu hem daha kolaydır hem de daha az çaba gerektirir. Tüketim odaklı bir yaşam tarzı, Durum insanı için idealdir; hazza ulaşmak için çaba harcar, ancak bu çaba da genellikle geçici ve yüzeyseldir.
Tüketim kültürünün yaygınlaşmasıyla birlikte Durum insanının değerleri şekillenir. Reklamlar, sosyal medya ve popüler kültür, bireyin hedeflerini dışsal unsurlara bağlar. Yeni bir telefon, pahalı bir araba ya da şık bir kıyafet, Durum insanı için hayatın anlamı haline gelir. Ancak bu haz, yalnızca anlık tatmin sağlar ve birey, bir sonraki hedefe yönelir.
Örneğin, bir iş yerindeki Durum insanı, sorumluluklarını yerine getirmekten öteye geçmez; işini sadece maaş almak için yapar. Sosyal ilişkilerinde de yüzeysel bağlar kurar; dostlukları çıkar ilişkilerine dayanır.
Varlık insanı ise bambaşka bir yolda ilerler. Onun yaşamındaki temel motivasyon, hayata anlam katmak ve varoluşunun özüne ulaşmaktır. Bu insanlar, hayatın yüzeysel unsurlarının ötesine geçerek derin bir sorgulama sürecine girer.
Sanat, felsefe ve ahlak, Varlık insanının temel taşlarıdır. Bu bireyler, şiiri ve sanatı yalnızca bir zevk aracı olarak görmez, aynı zamanda hayatın anlamını keşfetmek için birer rehber olarak değerlendirir. İlkelerinden ödün vermez, çünkü bu ilkeler, onun yaşam yolculuğunda pusula görevi görür.
Tarihten bir örnek verecek olursak, Sokrates tam bir Varlık insanıdır. O, toplumun dayattığı kurallara boyun eğmek yerine, sürekli olarak hayatın özüne dair sorular sormuş ve insanları da bu sorgulama sürecine dahil etmeye çalışmıştır.
Durum ve Varlık insanlarının dünyaları, yüzeyde birbirine zıt görünebilir. Durum insanları, hayatın akışında haz ve uyum arayışı içinde ilerlerken, Varlık insanları derin anlam arayışlarıyla farklı bir yol çizer. Ancak bu iki yolun kesiştiği yerde bir çatışmadan ziyade, Varlık insanlarının sessiz bir kabullenişi vardır.
Varlık insanları, Durum insanlarının hallerini yargılamadan gözlemleme yetisine sahiptir. Onlar için yaşam, her bireyin kendi yolunu çizdiği ve kendi derslerini aldığı bir süreçtir. Eylemsiz eylemleriyle, Durum insanlarına bir ayna tutar; onlara bir şey dayatmadan, kendi varoluşlarıyla örnek olur. Bu kabul hali, Varlık insanının en güçlü özelliklerinden biridir.
Durum insanları, bazen Varlık insanlarını anlamakta zorlanabilir, hatta onların sessiz dinginliğini yanlış yorumlayabilirler. Ancak Varlık insanı, bu yanlış anlamaları bile sevgiyle kabul eder. Çünkü onun amacı, karşıtlıklar yaratmak değil, içsel uyumu ve evrensel düzeni yaşamında yansıtmaktır.
Bu durum, bir toplumsal denge yaratır. Durum insanlarının çabasız akışı, yaşamın günlük işleyişine katkıda bulunurken, Varlık insanlarının derin farkındalıkları, bu işleyişin daha anlamlı hale gelmesini sağlar. Her iki yol da kendi içinde değerlidir; birbirlerini tamamlayarak evrensel bir bütünlük oluştururlar.
İnsan olmanın iki yüzü
Durum ve Varlık insanları, insan olmanın iki farklı tezahürünü temsil eder. Durum insanları hayatın kendilerine sunduklarını kabul eder, akışa uyum sağlar ve yaşamın sunduğu deneyimlerle kendilerini şekillendirir. Onlar, toplumun işleyişini sürdüren ve günlük yaşamın ritmini oluşturan bir yapının parçasıdır. Öte yandan, Varlık insanları, bu ritmin ötesinde bir anlam arayışına girer; sadece var olmakla kalmaz, varoluşa derinlik ve değer katmayı hedefler.
Bu iki insan tipi birbirinden farklıdır, ancak bu farklılık çatışma yaratmak zorunda değildir. Aslında, birbirlerini tamamlayarak evrensel bir denge oluştururlar. Durum insanları yaşamın işleyişini kolaylaştırırken, Varlık insanları ona anlam katar. Varlık insanlarının sessiz kabullenişi, Durum insanlarının hayatlarına farkında olmadan bile dokunur ve onlara ilham verir.
Sonuçta, her iki yol da insan olmanın bir parçasıdır. Kimileri Durum insanı olarak yaşamlarını sürdürmeyi seçerken, kimileri Varlık insanı olma yolunda derin bir anlam arayışına girer. Önemli olan, bu iki yolun değerini anlamak ve her bireyin kendi yolculuğunda özgünlüğünü bulmasına izin vermektir. Hayat, bu farklılıkların bir araya gelerek oluşturduğu bir bütünlüktür ne bir taraf eksik ne de bir taraf fazla.
Bu yüzden, insan olmanın sırrı belki de Durum ile Varlık arasında bir denge kurmaktan geçer. Bazen akışa teslim olurken, bazen de bu akışa kendi anlamımızı katabilmektir. Çünkü gerçek bütünlük, bu iki yolun ortak uyumunda saklıdır.