Nazar neredeyse insanlığın başlangıcından beri hayatında olan ve önemli bir olgu olarak varlığını hala sürdüren bir inançtır. Yunanlıların “mati”, Arapların “isabet-i ayn (göz değmesi)”, İranlıların “bed nezer (kötü göz)”, Hintlilerin “sihir” dedikleri bu enerjinin Türkiye’deki adları ise “nazar”, “göz”, “göz değmesi”, “göze gelme”, “pis göz”, “kötü göz”, “kem göz”dür. Nazar kelime olarak Arapça kökenlidir. Sözlük anlamı ise belli kimselerde bulunduğuna, imrenerek veya hayranlıkla bakıldığında işe insanlara, eşyalara ve hayvanlara kötülük getirdiğine inanılan bir çeşit uğursuz enerjidir. Pertev Boratav’a göre nazar; insanların etkili bakışlarının, çevresinde bulunan canlı veya cansız varlıkları olumsuz etkileme güçlüdür. Aslında nazar, kıskançlıktan ziyade imrenmekle alakalıdır. İngilizcede ‘envy’ anlamına gelen bu sözcük Latince’de ‘invidia’ kökeni ise ‘invidere’ yani ‘in’(içeri), ‘videre’ (bakmak) anlamındadır. ‘Looking Obliquely Malevolent Feeling‘ yani dolaylı olarak art niyetli hislerle birine bakmaktır.
Nazarın imrenmekle bağlantısı daha fazladır; çünkü haset, imrenme başkalarının kazançlarından, mutluluklarından duyulan hoşnutsuzluğu yani bir başkasının sahip olduğu şeyin bizde olmaması dolayısıyla beslediğimiz negatif bir hisken, kıskançlık daha çok sahip olanı kaybetme korkusu ile alakalıdır. Nazarı harekete geçiren şey açgözlülük, cimrilik ve hasetlik gibi olumsuz duygular olarak kabul edilir. Her ne kadar sahibinin iradesinin dışında da olsa aslında bu enerjiyi gönüllü olarak etkinleştirir. Bu yüzden de aslında nazar biraz da ahlaki olarak kabul edilir. Dinlerde yasaklanması ve dizginlenmesinin gerektiğinin öğütlenmesinin sebebi de budur.
Nazar neden gözden geçer? Neden göz ile bağlantılıdır?
Göz, birçok kültürde ve inançta ‘zarar verebilecek’, ‘saldırabilecek’ veya ‘yok edebilecek’ bir çeşit enerji yaydığına inanılan organımızdır. Bunun sebeplerinden biri, gözümüzün kalbimizdeki duyguları yansıtması -ki gözler kalbin aynasıdır da deriz- bir diğeri ise diğer duyu organlarımız arasında en baskın olmasıdır. Elbette mimiklerimizin merkeziyetinin de gözlerimiz olması bunda etkilidir. Çünkü gözlerimiz ile ifade ettiğimiz duyguyu saklama olasılığımız daha düşüktür. Gerçek, içten bir mutlulukla gelen gülümsemeyi sahtesinden, bir kişinin gözlerine bakarak ayırt edebiliriz. Belki gülmek istemesek bile nezaketen gülümseyebiliriz; bu kolaydır. Ancak gözlerimiz bizi ele verebilir. Gerçekten mutlu olduğumuzda sadece gülümsemekle kalmayız, aynı zamanda gözlerimizin kenarlarını “kaz ayağı” şeklinde kırıştırırız. Mesela karşımızdaki biri gerçekten mutluysa ’gözlerinin içi gülüyordu’ deriz.
Fiziksel olarak da heyecanlandığımızda göz bebeklerimiz büyüyebilir. Bunlar bizim kontrolümüzün dışındadır. Gözlerimiz ayrıca genel olarak bedensel sağlığımız hakkında da fikir verebilir. Diyabet, yüksek tansiyon ve kardiyovasküler hastalıklar gibi hastalıklar, gözlerde bazı değişikliklere yol açabilmektedir. Yine irislerimizin kasları bilinçsizce büyüyüp, küçülerek içsel durumumuza karşı tepkisini gösterebilir. Sevgiyle veya korkuyla gözlerimizi bir anda kocaman açabiliriz veya nefret ve öfkeyle kısabiliriz.
Her ne kadar günümüz bilim camiası gözü, daha çok pasif ve alıcı bir organ olarak sınıflandırsa da aslında önceleri bu böyle kabul edilmiyordu. 1500’lü yıllar ve sonrasında tam tersi gözün aktif bir organ olduğuna ve ‘ruhumuzun enerji parçacıklarını’ yansıttığına inanılırdı. 17 Yüzyıl’da İngiliz filozof, devlet adamı ve bilim insanı Francis Bacon kıskançlığı ‘bir boşalma’ veya ‘göz ışını’ olarak tarif etmiştir. İtalyanca’da nazar eden kişiye, ‘fırlayan’, ‘fırlatmak’ anlamına gelen sözcük olan ‘jettatore’ denilmektedir. Kısacası gözden çıkan ve görmesek bile etkisi olan bir nevi ultraviyole ışığı olduğu yönünde bir inanç var gibi gözüyor.
Nazar İnancı Kökenleri
Nazar inancının ve uygulamalarının 4000 yıllık bir geçmişi vardır. Kökenleri ise Mezopotamya ve Mısır medeniyetlerine dayanır. Bu uygarlıkların göz sembollerine, göz boncuklarına, gözlerle ilgili mitolojik anlatımları sahip oldukları hatta nazara karşı kullandıkları nazarlıkları hastaları iyileştirirken bile kullandıkları ve çevre medeniyetlere de yaydıkları düşünülmektedir. Mesela Antik Mısır’da şimdiki güncel nazar boncuklarının temeli olduğu varsayılan Horus’un Gözü figürü sadece korumuyor, aynı zamanda tedavi de ediyordu. Horus’un Gözü, İsis ve Osiris mitinden türetilen bir refah ve koruma işareti olarak kullanılmıştır. Bu sembolün beynin nöro-anatomik yapı ve işlevi arasında da şaşırtıcı bir bağlantısı vardır. Horus’un Gözü yıllar boyunca birçok metafor için kullanılmıştır; örneğin, ‘Zihnin Gözü’, ‘Üçüncü Göz’, ‘Gerçeğin’ veya ‘İçgörünün Gözü’, ‘İnsan Zihninin İçindeki Tanrı’nın Gözü’ gibi. Bu gibi sembolik tılsımlar ayrıca tehlikeli tanrı veya tanrıçalara yaklaşmak için bir nevi koruma olarak kullanılıyordu. Eğer dua eden kişinin yaklaşmak istediği tanrı veya tanrıça öfkeli ve korkulanlardansa bu tılsımlarla onu yatıştırmaya çalışıyorlardı. Yatıştırıldığı takdirde ise bu sembol artık kişinin koruyucu tılsımı yani nazarlığı oluyordu. 1.Yüzyıl Yunan filozofu Plutarkhos’a göre insan gözü, kimi zaman küçük çocukları ve hayvanları öldürebilecek güçte, gözle görülmez bir ışın yayıyordu. Mesela bir Polonya masalında sevdiklerine nazar değmesin diye kendi gözlerini çıkaran bir adamdan söz edilir.
Nazar edenler, ister bir insan isterse de şeytani bir varlık olsun, insanlara, evlere, çiftlik hayvanlarına ve tarlalara zarar verebilir; süt üretimini mahvedebilir, kuraklığa neden olabilir, hasatları yok edebilir ve açlığa, hastalığa ve ölüme yol açabilir. Nazar Mezopotamya’da (Sümerce: igi ḫul; Akadca: īni limuttum) gözün, büyük zarar ve yıkıma yol açabilen aktif bir organ olarak kabul edildiğini göstermektedir. Sahiplerinin (insanlar, hayvanlar, iblisler) de ortalıkta dolaşıp evlere girip sakinlerine acı çektirdikleri ve mülke zarar verdikleri düşünülürdü. Mesela Sümer mitolojisinde şeytanı bir varlık olan Lamashtu’dan bahsedilir. Bu varlık Sümer mitolojisinde şöyle geçer: Ninmah(doğum tanrıçası) her ne kadar doğum tanrıçası da olsa kısırdı. Çocuk yapamadı. Böylece Enki (bilgelik tanrısı) onun elinden Ninti (yaşam hanımı) ve diğer elinden de Ninkurra (dağın hanımı) adlı doğum tanrıçalarını yarattı. Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma geçti:
‘’Doğum tanrıçalarını kendi ellerimden yarattın. Peki, ya ben ne olacağım?’’
‘’Sen doğum tanrıçalarını yaratansın. Ben ise Lamashtu’yu yarattım. Hastalıkların tanrıçasını… Ne zaman bir kadın doğum yapacak, Lamashtu hem anneyi hem de çocuğu yutmak için bekleyecek.’’
Lamashtu ile Anadolu’da yaygın olan Alkarısı inancı arasında büyük paralellik görmekteyiz. O da yeni doğum yapan anneye ve bebeğe dadanan kötücül bir varlık olarak belirtilir. Peki, bunlardan korunma yolu nedir? Elbette çeşitli büyüler, tılsımlar ve dualar. Alkarısından korunmak için kadınlar eskiden Anadolu’da kırmızı gelinlik giyerlerdi. Şimdiki gelinliğin beline bağlanan kırmızı kuşağın bekaret ile alakası yoktu. Bu bir çeşit nazarlıktı ve Alkarısından koruyordu. Sonradan nasıl bekaret kemeri haline geldi, bilinmiyor…
Antik medeniyetlerdeki insanların çoğunluğu için günlük yaşam, belirsizlik ve tehlikelerle doluydu. Toprak, su ve iklimin elverişsiz koşulları, sınırlı teknoloji, salgın hastalıklar ve savaşlar… Nazarın çıkış noktası olan Mezopotamya ve Mısır haklarının yaşamlarında özellikle tekrarlanan kıtlıklar onları zorluyordu. Felaket ve sebepleri sürekli bir endişe kaynağıydı. Anlam veremiyorlar ve çoğunlukla bunlara tanrısal anlamlar yüklüyorlardı. Yani sel olduğunda falanca tanrının ve varlığın onlara kızdığını düşünüyorlardı. Dolayısıyla onları kızdırmamak, yatıştırmak ve onlara karşı korunmak önemliydi. Zamanla tarım ve buna bağlı ekonomi geliştikçe de aralarında rekabet ve çatışmalar arttı. Nüfusun demografik yapısı nispeten az sayıdaki “her şeye sahip olanlar” ve geçim sınırında yaşayan “sahip olmayanlar” olarak eşitsiz bir şekilde bölünmüştü. İkincisinin hayatta kalması düzenli olarak birincisinin iyilikseverliğine ve cömertliğine bağlıydı.
Ekonomik eşitsizlik ve toplumsal tabakalaşmanın fazlalaşması ‘sahip olanlar’ ve ‘olmayanlar’ arasındaki çatışmayı arttırdı; böylece “agonistik” kültürler ve zihniyetler yaratıldı. Mal ve kaynakların sınırlı mevcudiyeti, bir grubun kazancının yalnızca diğerinin kaybıyla olabildiği inancını körükledi. Rakipler arasında kıskançlık, hasetlik gibi durumları meydana getirdi. Dikkatle incelendiğinde ekonomik eşitsizliğin büyük rol oynadığı tabakalaşmış toplumlarda nazar inancının daha yaygın olduğunu görürüz. Yani fırsat eşitsizliği, imrenme duygusunu daha fazla tetiklemiş gibidir. Mesela Orta Çağ’da cadılık inancının yaygın olduğu toplumlarda nazar edenlerin ve cadıların benzer kişiler olduğu algısı da yaygındır. Özellikle bu gibi toplumlarda ahlak ve hor görülme, Demokles’in Kılıcı gibi insanların tepelerinde sallanır durur. Bu gibi toplumlarda ilginç bir şekilde nazarlıklar erkek ve kadın genital organları şeklindedir. Ayrıca yine bu toplumlarda yüksek bebek ölümleri ve hastalıklar da görülmektedir. Dolayısıyla nazarın daha çok emziren anneleri ve bebekleri etkilediğini inanır. Yine nazar inancının yaygın olduğu toplumlarla insanlar refahlarının sürekli tehdit altında olduğunu düşünür. Düşman güçlerin her an saldırma ihtimali, hastalıklar, düşük teknoloji, yetersiz gıda, doğal afetler vb. korkuyu tetikleyip savunma halini körükler. İnsanın en temel ve güçlü duygularından biri olan korku ise insanları bir savunma ve korunma ihtiyacına yönlendirir. Böylece nazarlıklar, büyüler vs. günlük hayatlarının bir parçası haline gelir. Olağanüstü güçlere sahip ruhların, iblislerin ve cadıların varlığına inanmak ve nazar eden kişilerden korkmak, dönemin zihinsel aktivitelerinin bir parçasıdır. İnsanlar ve metafizik varlıklar (tanrılar, ruhlar, iblisler) her fırsatta insan hayatını, sağlığını ve refahını tehdit eder gibi görülür.
Arap tarihçi İbn-i Haldun ‘Mukaddime’ adlı eserinde nazarın sonradan kazanılan bir şey olmadığını doğuştan geldiğini ve sahibinin iradesinden bağımsız olduğundan bahseder. Böylece nazarı, kötü niyetli büyülerden ayırır. İslami kaynaklarda ve Kuranda nazar ile ilgili ayetler ve bilgiler mevcuttur. Mesela bunlardan biri; De ki: “Yarattığı şeylerin kötülüğünden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin kötülüğünden, düğümlere üfleyenlerin kötülüğünden, haset ettiği zaman hasetçinin kötülüğünden, sabah aydınlığının Rabbine sığınırım.” (Kur’an, 113/1-5) Bir diğeri; ‘’O inkâr edenler, Zikri (Kur’an’ı) işittikleri zaman, Seni neredeyse gözleriyle devirecekler gibi (haset ve hıyanetle bakıp) nazar ediyorlardı. (Senin için ise:) “O, kesinlikle delirmiş bir insandır (cinlerin ve karanlık güçlerin adamıdır)” diyorlardı. (Kur’an 68:51).
Bunun yanında bazı hadisler nazar ve nazar edenler hakkında bilgiler içermektedir. Esma binti Umeys (r.anha)’dan rivâyete göre şöyle demiştir: “Ey Allah’ın Rasûlü! Cafer’in çocuklarına çabuk nazar değiyor onları tedavi için okuyalım mı? Rasûlullah (s.a.v.) evet dedi. “Kaderi geçip değiştirebilecek bir şey olsaydı bu göz değmesi olabilirdi” buyurdular. (İbn Mâce: Tıp: 33; Ebû Dâvûd, Tıp: 18) Bunun yanı sıra Hz. Peygamber’in torunları; Hasan ve Hüseyin’e “Her ikinizi de Allah’ın noksansız tüm kelimeleriyle her türlü şeytan, zararlı hayvanlar ve göz değmesine karşı Allah’a sığındırırım.” şeklinde dua etmesi, nazarın hadislerdeki kaynağına örnek olarak verilebilir. Görüldüğü üzere peygamber soyu da olsan peygamber de olsan nazar oldukça etkili bir enerjidir.
İslamiyet öncesi Türklerde hastalıklara şifa dağıtan ve ruhani dünya ile bağlantı kuran kimselere Şaman veya Kam denirdi. Bu insanlar el verme geleneği ile Şaman veya Kam olurlardı. Ama soybağı da oldukça etkili bir faktördü. Şamanlar hem şifacıydılar hem de negatif enerjiler karşı nasıl korunması gerektiğini bilirlerdi. İslamiyetle birlikte İslami duaları kendi ritüellerinde kullanmışlardı. Sonra bu ritüeller daha İslami şekline bürünerek yoluna devam etmiştir. Sadece ritüeller değil, bazı inançlar da İslami geleneklere girmiştir. Mesela, mezar ziyaretleri ve yatırlara saygı tamamen Şamanizm’deki ata ruhlarına saygıdan gelir. Şamanlarda mezar ziyaretlerini çok önemser; oradaki atalarının ruhlarından dilek dilerler ve kurban adarlardı. Bizlerde de yatırlara adak adamak ve kendi yakınlarımızın mezarlarını ziyaret edip dua okumak bir gelenektir. Aslında İslam’da ölüden bir şey dilemek mekruhtur. Yalnızca Allah’tan istenir. Fakat bu uygulama bir şekilde geleneklerimize sızmıştır. Hatta Şamanlar şifa yaparken ata ruhlarından el alırlar yani eğer varsa onun şifa gücünü, enerjisini kullanarak kendi uygulamalarını güçlendirirler. Mesela Umay Ana’nın eli sonra Hz. Fatıma’nın eline dönüşmüştür. Bunun da sebebi Hz. Fatıma’nın Uhud Savaşı esnasında yaralananlarla ilgilenmesi ve tedavi etmesinden ötürüdür. Ayrıca sonrasında Fatıma Ana’nın eli nazarlık olarak kullanılmaya da başlanmıştır. Tıpkı Horus’un Göz’ü gibi hem koruyucu hem şifalıdır.
Şamanların yıllar geçtikçe özellikle Anadolu’da ocaklıya dönüştüğü görülür. Anadolu’da ocakcılık ya da ocaklılık yaygındır. Baba ocağı ya da Sağlık ocağı denmesi boşuna değildir. Ocaklının kişiyi kendi içinden okuyarak nazar değip değmediğini tespit etmeye çalışması, Şamanların hastalık teşhisinde kullandığı teknikler benzemektedir. Mesela Şamanların hastalarının üzerinde ellerini gezdirir ve bedenden belli bir enerjinin yayıldığını elleriyle belirleyerek hastalığı bulup, tedavi edebilirler. Günümüzün New Age spiritüel inançlarında da şifacı olanların bu şekilde yaptığını görebiliriz. Bu aslında kişinin enerji bedenindeki negatif titreşimi tespit etmek ve bu titreşimlerin bağlı olduğu organları bulmakla alakalıdır. Bayat’ın Türk Kültürünün Mitolojik Hikayeleri (2017) adlı eserinde şaman ata yani ilk şaman ile ilgili bölümlerde, ilk şamanın tedavi yeteneğini Ülgen’den, Umay Ana’dan ya da bir başka rivayette Erlik’ten aldığı ve daha sonraki şamanların ise ilk şamana saygı besleyerek adını zikrettiği belirtilir. Ad zikretme veya adı anmama hem saygı hem de korku ile karışık bir inançtan gelir. Bizim cinlere ‘iyi sıhhatle olsunlar’ dememizin bir sebebi de yine bu inançtan kaynaklanır. Bizden iyiler, bize dokunmasınlar mantığı güdülür. Böylece onlardan korunmaya çalışılır.
Biraz da tarihsel kaynaklardan nazar inancına örnek verelim. Napoli Kralı Ferdinand yaygın inanışa göre felçten değil, nazardan ölmüştür. Ve bunu ona yapan yani nazar eden kişi ise Canon Ojori adlı birisidir. Nazardan papalar bile kurtulamamıştır. Mesela Pius IX(1792-1878) ve halefi XIII. Leo bunlardan ikisidir. Pius IX halkın gözünde nazik biri olarak görülüp sevilse bile aynı zamanda kendisinden korkulan bir figür olmuştur. Bunun nedeni ise onun çok kuvvetli bir nazar eden olmasıdır. Çünkü Pius ne zaman bir yere gitse ve orayı kutsasa oranın başına hep felaket gelmiştir. Keza Hz. İsa’nın takipçilerinden Paul da nazar etmekle suçlanmıştır. Bir İrlanda efsanesi ise dev savaşçı Balor’dan bahseder. Balor tek gözü olan bir devdir ve bu gözüyle bir orduyu bile yok edebilir. Bu tıpkı Kiklop inancına benzemektedir. Ayrıca Medusa’nın da insana sadece bakarak taşa çevirdiğini de ekleyelim.
Spiritüel ve dinsel anlamda göz algılama organı olarak kabul edilir. Mesela Hz. İsa; ‘Göz bedenin ışığıdır, bu yüzden gözün sağlıklıyla tüm bedenin ışıkla dolu olacaktır,’ demiştir. (Matta- 6:22) Sadece iyi görmek değil, aynı zamanda iyi algılamadır gözler. Sadece gördüğümüz değil onu nasıl algıladığımız da önemlidir. Gözler tanrının her şeyi bilme gücünü ve ruha açılan kapıyı temsil edebilie. Sıklıkla zekadan ışığa ahlaki bilincimizden gerçeğe kadar her şeyle ilişkilendirilir. Hatta gözlerimizin kişilik tipimizin de göstergesi olabileceğini öne süren araştırmalar da vardır.
Nazar Boncuğu Neden Mavidir?
Her rengin kendine ait bir titreşimi ve enerjisi vardır. Mavi genel olarak iyi karmanın ve nazarın negatif etkisine karşı korumanın sembolüdür. Ayrıca mavi, maneviyatın, sezginin, ilhamın ve iç huzurun rengidir. Şifacılıkta mavi hem fiziksel hem de zihinsel olarak serinletme ve sakinleştirme için kullanılır. Aurada mavi dinginliği, memnuniyeti ve ruhsal gelişimi gösterir. Boncuğun göze benzemesi, göze göz inancıyla bağlantılı olabilir. Ayrıca içindeki açık mavi rengin gökyüzünü temsil ettiği, gerçeği ve kötülüğe karşı doğrudan korumayı simgelediğine inanılır. Bu boncuk camdan yapılır, bu da zaman zaman kırılmaya ve çatlamaya meyilli oldukları anlamına gelir. Fakat kırılan nazar boncuğu kırılan aynanın aksine iyi görülür. Zira takan kişiyi veya mülkü koruma işlevini yerine getirdiği anlamına gelir. Nazar boncuğu çatladığı veya kırıldığı zaman hemen yenisiyle değiştirilmelidir.
Kimlerin Nazarı Değer?
Kültürden kültüre farklılık gösterse de nazar eden kişiler hep yabancılar, düşmanlar, sosyal hayatta dışlananlar ve fiziksel olarak farklı olanlar olmuştur. Engelliler, dullar, yetimler, mavi gözlüler, kalın kaşlılar, cüceler, kamburlar gibi. Nazar bazı durumlarda hele de böyle farklı kişiler de varsa, onu itibarsızlaştırmak, cadı ilan etmek için bir araç olarak kullanılabilmekteydi.
Nazar Kurbanları Genelde Kimlerdir?
Bebekler ve çocuklar başta olmak üzere doğum yapmış ve hamile kadınlar da kurbandırlar. Bunun özellikle eski zaman toplumlarında bebek ölümlerinin çok fazla olması ile bağlantılı olduğu görünmektedir. Günümüzde ise bu ölümler elbette yetersiz beslenme ve sağlıksız yaşam koşulları ile açıklanır. Yani bir kişi bir hastaneye gidip beni nazar hasta etti dediğinde büyük ihtimal dalga geçilecek ya da ruhsal bir bozukluğu olduğu düşünülecektir.
Nazar Nasıl Zarar Verir?
Nazar genelde hastalık, mülkiyet kaybı, süt kesilmesi, hasatın bozulması, çocuk kaybı gibi durumlarla ortaya çıkar. Bazı kültürler toplu hayvan ölümlerini nazarla açıklamışlardır. Nazar bazı zamanlarda daha etkindir. Mesela doğum, düğün, kutlamalar, savaş zaferleri, yeni bir ev inşası, yeni alınan bir mal, başarı… Nazarın aynı zamanda bazı bölgeler de yoğunlaştığına inanılır. Bu sebeple nazar boncuğu ya da herhangi bir koruyucu tılsım oralara asılır. Mesela evin girişi, ahır, yatak başı veya altı gibi.. Yatağın altına orak koymak, yastığının altına bıçak koymak veya ölünün üzerine bıçak koymak gibi..
Nazardan Korunma Yöntemleri Nelerdir?
Korunma yöntemleri kültürden kültüre farklılık göstermekle birlikte birbirine paralel uygulamalar da mevcuttur. Şimdi bazılarına bakalım.
Nazardan Korunma Yağı: Çeşitli bitkilerden yapılabilen ve birçok kültürde kötü ruhlar ve nazara karşı korunma aracı olarak kullanılan yağlardır. Bu yağlar genelde nazardan korunmak isteyen kişinin bedenine sürmesi veya bir kağıt parçasına sürüp, bunu pencereye veya görebileceği bir yere asmasıyla uygulanır.
Yumurta: Özellikle Meksika ve Latin ülkelerinde kullanılır. Yumurtayı nazar etkisi altındaki veya korunmak isteyen kişinin üzerinde gezdirilip dua okunur. Ardından yumurta bir kutuya konur. Sonra da bu kişi kutuyu yastığının altına koyar. Böylece yumurtanın onu koruduğun inanılır.
Bazı El Hareketleri: Nazardan korumanın bir diğer yöntemi de ‘nazar selamı’ olarak bilinen hareketlerdir. Bunlardan biri sağ eli önüne uzatmayı ve işaret parmağını keskin bir açıyla yukarı bakacak şekilde sol omuza dokunmayı içerir. Ya da yine sağ elin orta, yüzük ve baş parmaklarını kapatıp, işaret ve serçe parmağını boynuz şekli yapacak şekilde karşıya doğru uzatmaktır. Bir diğer hareket ise bizim kültürümüzde ayıp da olsa baş parmağı işaret ve orta parmağın arasına koymaktır.
Altıgen Ayna Kullanmak: Bu yöntem Çin ve Hindistan’da yaygındır. Bu yöntemde nazara karşı altıgen şeklindeki aynalar kullanılır. Kapı ve pencerelerin önüne asıldığında eve girebilecek negatif enerjinin aynanın içine hapsolduğuna ya da aynanın bu negatif enerjiyi sahibine yansıttığına inanılır.
Şifacılar: Kişi nazardan etkilendiğini düşünüyor ve kendisi bir şey yapamıyorsa, şifacılara başvurarak, korunma ritüellerini ona yaptırabilir.
Pembe Mercan Bileklik: Dünya genelinde pek çok insan taşların fiziksel ve ruhsal olarak iyileştirici gücüne inanır. Hatta şifa yaparken de kullanırlar. Bu bedenle nazardan korunmak için de bazı taşlar kullanılabilir. Özellikle pembe mercan ve ametist taşının daha fazla koruyuculuğu olduğuna inanılır.
Kırmızı İp Kullanımı: Özellikle Yahudi kültüründe yaygın olan bu inançta insanlar özellikle bebeklerini nazara karşı korumak için kırmızı bir ip kullanırlar. Bu neden bebeğin beşiğine bağlanır. Bu bizdeki doğum sonrası lohusa kadını Alkarısı’ndan korumak amaçlı bağlanan kırmızı kurdeleyi benzemektedir.
Tükürük Yöntemi: Rusya’da kullanılır fakat bizim kültürümüzde de yaygındır. Rusya’da birisi çocuklara iltifat ederse, ebeveyni sol omzunun üzerinden üç kez tükürür. Ya da üç kez tahtaya vurur ki bu biz dahil çoğu kültürde yaygındır.
Tuz Serpmek: Tuzun evin ön kapısının iç kısmına veya dışına serpilmesiyle nazardan koruduğuna inanılır. Tuzun nazar değdireni şaşırttığına inanılır.
Göz büyüsü: En önemlisi elbette Nazar boncuğudur. Bu bir çeşit göz büyüsüdür. Göze göze mantığı da güdülür. Yaygın olarak mavi olan nazar boncuğu meşhursa da gümüş ve altından da nazar boncuğu mevcuttur.
Bunların yanında diğer korunma yöntemleri işe şunlardır:
- Nazarlıklar, tılsımlar
- İltifattan, övmekten kaçınılma
- Tahtaya vurma
- Maşallah deme
- Çocukların ve değerli eşyaların saklanması
- Ayna kullanımı
- Mal-mülk paylaşımı
- Dinsel yasaklar
- Hırsın dizginlenmesi
- Bazı kültürlerde çocuklara verilen tuhaf isimler… Bizde çocuklara Satılmış, Döndü gibi isimler verilmesi Çin’de köpek, pire gibi takma adlarını kullanımı, Hindistan’da çekirge, dilenci gibi lakaplar takılması…
- İtalyancada grazie a dio(thanks be to god) diğeri ise “si mal occhio ci fosse (may the evil ete not strike it)
- Popo kaşıma
- Üzerinde de nazarlık takma
- Fatmanın veya meryemin evi
- Demir küpe takma, kolye vs
- Yatak altına orak, yastığın altına bıçak vs konma
- El işaretleri(mudra)
Kaynaklar:
https://www.bbc.com/turkce/vert-cul-43116420
https://innerengineering.sadhguru.org/online/blog/the-meaning-of-colors-for-a-spiritual-seeker
https://hadiskutuphanesi.blogspot.com/2020/11/goz-degmesi-nazara-karsi-okuma-tedavisi-var-midir.html
https://evileyeguard.com/blogs/magazine/evil-eye-protection-in-different-cultures-religions
https://www.islamiokul.com/kitap/files/tir/had/031/2059.htm
https://www.learnreligions.com/evil-eye-in-islam-2004032
https://www.islamiarastirmalar.com/news-comment/kuran-ve-nazar/
https://medium.com/@miainsel2/lamashtu-demon-or-goddess-876c6f1546d6
https://www.britannica.com/topic/ancient-Egyptian-religion/The-Gods
https://www.britannica.com/topic/ancient-Egyptian-religion
https://www.britannica.com/topic/Eye-of-Horus
https://pmc.ncbi.nlm.nih.gov/articles/PMC6649877/
https://www.kundalini.global/the-eyes-symbolism-sense-stress-and-sacredness/
Şaman’dan Ocaklı’ya Nazar Tedavi Geleneği-Hasan Kızıldağ, Feride Kızıldağ
“I am afflicted with the evil eye!” How Islamic cultural beliefs influence college students’ perceptions of their academic experience-Alanoud Alrashidi, Sara Alnufaishan /Journal for Multicultural Education