Hayatımızda istediklerimiz ne kadar oluyor?
İşlerimiz ne kadar yolunda? Ya da ilişkilerimiz.
Dileyip gece gündüz dua ettiklerimiz ne kadar hayat buluyor.
Ve hayat bulmayanlar neden olmuyor, hiç üzerinde düşünüyor ve çalışıyor muyuz?
Hep duyarız ya; eğer bir dileğimiz olmuyorsa ya vakti değildir ya hayırlı değildir ya da daha iyisi olacaktır. Bunları fazlaca ezberledik.
Ve ekleriz; istediğimiz şey bütünün hayrına mıdır? Belki bugün sizi mutlu edecek olan şey başka bir yerde, başka birini üzecektir ve o üzüldüğü şeyin sınavını alamayacak bir düzeydedir. Doğru vakit, doğru öğreti için zincirleme kelebek etkisi yaratımı için vakit gelmemiştir.
Olgunlaşmamış durum ve zaman size bu istediğinizi verdiğinde belki sizin için verdiği anlam çok kısa süreli ve renksiz olabilecek ve o dilek kendi içinde kişisel olarak öyle kıymetli ve kutsaldır ki bunu hak etmeyecektir.
Bazen de dileklerimizi sıkı sıkıya tutuyor bırakmıyoruz.
Tuttuğumuz, bağlandığımız şey nasıl uçup yerine ulaşsın, nasıl olması gerektiği yerde çalışıp, hamuru şekillendirip size istediğinizi hazırlayıp göndersin ki?
Sıkı sıkıya tuttuğumuz her ne varsa bilin ki ya ona güvenmiyor, inanmıyoruzdur ya da kendimize bunu yaşatıyoruzdur.
Öncelikle bunu da bir düşünüp sorgulayalım.
Hangimiz bir çorbacıya gittiğimizde, garsondan, bir adet 38 beden pijama takımı istiyoruz.
Hiçbirimiz bunu yapmamışızdır.
Çünkü oranın çorbacı olduğunu ve doğru siparişin ancak çorba olursa geleceğini ve ardından, şüphesiz o çorbanın masamıza konulacağını biliriz. Ki bu yüzden de çorba siparişi verdiğimizde ardından dileğimize sıkı sıkı tutunduğumuz için “hadi hadi” deyip, acaba gelecek mi gelmeyecek mi gibi telaş ve kaygılarda bulunmuyoruz. Çünkü oranın butik olmadığını, çorbacı olduğunu ve bizim bir pijama takımı yerine çorba sipariş verdiğimizi biliyoruz.
Doğru yerde ve zamanda doğru şeyi istemek, güven içinde dileğinizin oluşacağı adrese teslim edip telaşsız ve kaygısız, sadakat ile geleceğine inanarak teslim olmak gerçekleşmeyi güçlendirecek en yegâne sebeptir.
Şimdi bir dostumuzu düşünelim; ne dilersek dileyelim, yapacağına güvendiğiniz sadık bir dostumuz. Ondan mühim bir şeyi yapmasını istediğimizde, istediğimiz şeyi sürekli dostumuza tekrar edip, denetleyip, takipte olduğumuz sıkıştırıp durduğumuz anda mı, keyifle o talebimiz bize gelir? Yoksa dostumuza güvenle teslim edip unuttuğumuz ve sükûnet içinde teslim olduğumuz durumda mı talebimiz gerçekleşir?
İşte Evren de tam olarak böyle düşünüyor. Onu sadık bir dostunuz gibi düşünün. İnanın ve güvenin ve doğru dileği doğru zamanda tamda ihtiyacınız olduğu, bütünün hayrına olduğundan emim olduğunuz anda isteyin. Gerçekleştiğinde ne hissedip ne yaşayacağınızın hayalinin imajını zihninizde resmedebildiğinizde dileğinizi kendinize iyice çekmiş olacaksınız. Tam ve eksiksiz, İstedikten sonra gönderin ve unutun. Onun artık sizden çıktığını, oluşum ve dönüşümden sonra gerekli zamanda size hazırlanıp geleceğini bilin. Masanıza piştikten sonra uygun bir sunumla ve hak ettiğiniz gibi önünüze konulacak çorba gibi, siparişi verdiğiniz restorandan emin olun ve garsona teslim olun.
Evrenin muhteşem dengesine ve bu dengenin her şeyi çok iyi ayarlayabilen bir mekanizmasına olan güvene teslim olun.
Tüm bunlar alma verme dengemizi gözden geçirmenizi sağlayacaktır.
Hayatımızda bu denge yoksa ne kadere ne kısmete ne de yaratana serzenişte bulmaya hakkımız yok. Kaderde, kısmet de biziz.
Tanrının içimize kullanmamız için koyduğu gücü kullanacak olan da sadece biziz.
Biz hayata bonkör davranmaz, tutar, paylaşmaz, kıskanır, biriktirirsek o da bize ne veriyorsak onu iade edecektir.
Biz var olan gücü hayallerimiz için kullandığınızda hayaller gerçek olur.
Hayalimizi sıkı sıkı boğazlamayıp uçmasına izin verdiğimizde.
İsteyip yola koyulduğumuzda o’da bizim için yola çıkacaktır. Biz niyet ettiğimizde o’da bizim için karar alır. Verirsek alır, böylece evrensel dengenin dönüşümüne girmiş bulunuruz. Doğru bir şekilde döngüye harmanlanmış oluruz.
Ve böylece zamanı geldiğinde istediklerimiz bizi bulur.
Sevgili Figen, bu hayatta neyi nasıl isteyeceğimizi öğretmediler bize. Herkes bizden ne istediğini ifade etti ve hatta dayattı. Aile içi dinamiklerde onların istekleri ile başlayan ve ardından eğitim sistemi, toplum, sevgili, eş, çocuk, patron, komşu ile devam eden, herkesin arzusuna ve isteğine teslim olmamız gerektiğine dair bir garip döngüde yaşam içinde yol aldık. Bir müddet sonra, isteyenlerin arsızlığı ile isteğin masumiyeti arasında yitip gittik. İstemenin naifliğini arsızca kirletenler yüzünden, yükler de mutsuzluklar da en üst seviyeye çıktı. Çünkü isteyen de hep en fazlasını ve iyisini ister oldu. Öğretiler de “sen her şeyin en iyisine layıksın” diyerek bu arsızlığı körükledi. Şimdi alma verme dengesindeki arızalar yüzünden kaotik bir evrende yol bulup, onu tariflemeye çalışıyoruz. Çok güzel bir yazıydı, emeğine sağlık…