Varlığın içindeki yokluk

Anlatırlar ki; çok eski zamanlarda yoksul bir balıkçı varmış. Gölde avlandığı bir gün yakaladığı son balığı, o günkü rızkını çıkardığı düşüncesiyle serbest bırakmış.  Meğer balık sihirliymiş, gördüğü iyilik karşısında dile gelmiş ve Balıkçı’ya üç dilek hakkı vermiş.

Balıkçı’nın ilk dileği zengin olmakmış. Daha varmadan kulübesinin kapısına gerçekleşmiş isteği. Başına gelenleri tek nefeste anlattığı karısı tüm olanlara sevinmiş sevinmesine ama başka istekleri de yok değilmiş.

Varlığın içindeki yokluk

Ertesi gün yine göl kıyısına götürmüş ayakları Balıkçı’yı ve ikinci dileğini dilemiş:

“Kral yap beni!”

Balık kuyruğunu vurduğu suda kaybolurken hızla Balıkçı çoktan kralı imiş meçhul coğrafyadaki meçhul ülkenin. Ancak memnun etmek hiç kolay değilmiş Balıkçı’nın karısını. Karnı da gözü de aşinalık kazanınca sahip olduklarına, başka başka hırsların peşine düşmüş nihayetinde nefsini uyandırdığı kocasıyla birlikte. Ama ne teki ne hepsi tatmin edebilmiş ikiliyi. Üçüncü kez gittiğinde göl kıyısına Balıkçı Kral demiş ki balığa:

Tanrı yap beni!”

Ve… ve… Balık sıçradığı havadan son defa dalarken gölün derinliklerine, karısı ile kendisini eski, harap ve yoksul kulübesinde buluvermiş Balıkçı.

Farklı farklı anlatımları olan bu bilindik öyküdeki gibidir insan evlâdı.  Kimi zaman tok, kimi zaman aç gözlüdür. Kimi zaman yetinmeyi bilir, kimi zaman önüne dünyaları koysan doymaz. Bazen iyidir, bazen kötü. Bazen hepsi birden.

Buna sebep, beklentileridir aslında. Hep daha olağanüstü, daha büyük, daha emsalsiz olana; daha, daha ve daha’ya erişme hırsıdır. Ücretini beğenmez, işini sevmez, yol arkadaşından hoşlanmaz, evinden-aşından bezmiştir. Burada parantez açayım, kıt bir kanaatkârlık güzellemesi değil benimkisi. Tüm yerleşik sistemlerin dayattığı o katlanma halini övmek de değil. Farkında olmak anlatmaya çalıştığım. Zira ilerlemek, değişmek, başarmak, kurtulmak ya da amaçlanan her ne ise ona ulaşmak bulunulan hâli doğru kavramaktan geçer. Yani mevcudu yerli yerinde tutmaktan. Azı fazla, fazlayı az, küçüğü büyük, büyüğü küçük görmekten değil. Ağırı hafif, hafifi ağır addetmekten değil.

Öte yandan hayat da öyküdeki göl gibidir. Sihirli balıklar barındırır bünyesinde ve öyle cömerttir ki; basit tesadüflerde ya da olağanüstü mucizelerde fırsatlar şeklinde bıkmadan usanmadan önümüze çıkartır durur bunları. Bize kalansa fark etmektir sadece. Es geçmemek düzgün değerlendirmek, vaktinde davranmak.

İşte böylece yaptığımız tercihler, takındığımız tutumlar belirler kazandıklarımızı ve kaybettiklerimizi. En basit şekliyle; balıkçı gibi iyilikle iyilik bulabilir yahut gözlerimizi hırsa kör edip evdeki bulgurdan olabiliriz.

Neticede; hayatta balıkçı olmak da balıkçının karısı olmak da bizim irademizdedir. Hatta ve hatta göldeki o sihirli balık olmak da.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

4 Yorum

  1. Ebru Eranıl

    Sevgili Özlem, harika bir anlatım, önce bir kez okudum, sonra bir kez daha okumak istedim çünkü anlatmak istediği çok önemli noktalar keşfettim. İçinde bulunduğumuz bu evren o kadar çok karmaşık ki. Bu karmaşa evren içindeki tüm canlılara da geçmiş. Mutlu oluyoruz ama sanki yetmiyor, üzülsek hemen şikayet ve serzeniş. Dipsiz bir kuyu gibi herşey. Önemli olan bize sunulanın aslında bizim için en güzel olduğunu benimsemek. Bunu başarabilen, aslında elinde çok daha güzel imkanlar olduğunu fark edecektir. Kalemine ve duygularına sağlık. sevgilerimle. Ebru

    Yanıt
    1. Özlem Pekcan

      Sevgili Ebru, değerlendirme ve yorumun için çok teşekkür ederim. Bana kalırsa her şey durduğumuz noktadan yönelttiğimiz bakışla ilgili. Bazen ufacık bir kıpırtı hayat değiştiriyor. Dilerim tüm kıpırtılarımız hep iyi ve güzele doğru olsun. Sevgilerimle.

      Yanıt
  2. Murat Tali

    Özlem Hocam; insan çocuğu doymuyor 🙂 Daha çok daha çok daha çok
    Bu hikayede balıkçı da sorunlu; otur yerine bu kadar yeter diyebilirdi ama demiyor…
    O yüzden balıkçının karısına yüklemeyelim tüm yükü, adam da hatalı.

    Çünkü o da daha fazlasını arzuluyor. Sadece bunu açığa çıkartacak cesareti gösteremiyor. Kadın gösteriyor diye suçlu değil, ama o yaptırıyor diye başlıyor tüm hikayeler…

    Yanıt
    1. Özlem Pekcan

      Bu “daha çok, daha çok, daha çok” meselesi her şeyin başı ve her şeyin sonu bence Murat Bey . Hem her zaman ve her yerde var kendi isteklerini başkalarınınkinin arkasına saklayarak gerçekleştirenler. Belki aslında sadece kurnaz adam ve karısı onun kadar değil. Ama sonuç her ikisini de bağlıyor. Asıl öykü bu sanırım.

      Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir