Aşk ve sevgiyi kalple ilişkilendiririz. Belki de sızısı ve acısı kalbimizi sıkıştırır gibi olduğu için ya da heyecanı ve mutluluğu içimizde pır pır uçuşan kelebek etkisi, coşkunluk ve hafiflik duygusu yarattığı için..
Oysa bütün olay beyinde salgılanan kimyasallar, kısa devrelerle başlıyor ve bitiyor.. Beyin bizim işlemcimiz, ana motorumuz. Dopamin ve endorfin salgıladığında coşku, mutluluk ve aşk olur. Endorfin, serotonin ve oksitosin salgılaması eksik olduğunda ise mutsuz ve üzüntülü hallere sebep olur..
Peki bunları salgılatan şey nedir? Kısaca; beyin etki yaratır ve o etki bütün bedenimize (bizim deyimimizle kalbe) yayılıp tepki oluşturur. Biz de zannederiz ki kalptir aslolan, oysa başrolde olan beyindir! Beyin mekaniktik; acı duyma ve hissetme kabiliyeti yoktur. Fakat bu duyguları tüm bedene dibine kadar yaşatır.
Onun yaptığı işlemlere hassas olan bedenimiz, adeta bir enstrüman gibi farklı duyguları notalara dökerek dışa vurur her şeyi. Aslında hiç de bizim anlamlandırdığımız kadar romantik değil süreçler. Biz beynimiz ve bedenimizin içinde salgılanan kimyasalların etkisi altında ve sayesinde varlığımızı sürdürüyoruz. Anlamı biz veriyor, isimlendiriyoruz. Biz beynimizle seviyoruz !
Bu yüzden küçüklükten itibaren oraya neler kaydoluyorsa ömür boyu onu yaşatıyor bize. Tek kusuru O. Yanlış kodlamaları sürekli bize hatırlatıyor.. Benimki bu yüzden biraz beni korkutuyor…
Ama seviyorum Onu.
Dünya ve insan varoldukça aşka ithaf edilen yazılar son bulmayacak gibi geliyor.