Geçen yazıda yaşamın döngüsel ritmini ayırt ettiğimizde uyandığımızı konuşmuştuk. Böylece içsel bir yolculuk başlatıyorduk. Bu dışarıdan ziyade içeride yapılan ve kişiliklerimizin ötesindeki ÖZ ile buluşturan bir süreçti. Tüm insanlığın tarihi ve mitolojik öyküleri hep bunu anlatıyordu. Kahramana dair bir yolculuktu.
Kahramanın yolculuğunda 3 ya da 7 başlı ejderler, mutlaka bir tutsak prenses, bir at, kahramana göre daha az cesur ama daha düzenbaz bir yoldaş – ki bütün esprileri de bu yoldaş yapar – ve duruma göre cadılar-büyücüler-bilgeler ya da cin-peri-melek gibi varlıklar bir de tahtı kahraman tarafından ele geçirilen kral olur.
Bunların hepsi aslında birer arketip yani şablondur.(*) Kişi hikayesini ister Binbir Gece Masallarının Bağdat’ında yaşasın ister Güney Amerika’da ya da başka herhangi bir yerde eğer söz konusu olan kahramanın yolculuğu ise aynı karakter örnekleri değişik isimlerle karşımıza çıkar.
Sen, sinüs eğrisi gibi inişli çıkışlı yolunu, sanki bir dağın zirvesine döne döne çıkarmış gibi spiral üzerinde yürürken şu yukarıda söz edilen kahramandan zırnık kadarcık bile eksiğin yok. Belki fazlan var. Eski kahramanların interneti yoktu ama senin var. Sen o zamanlar gizli mabetlerde, inisiyelere gıdım gıdım verilen bilgilerin çoğuna oturduğun yerden ulaşıyorsun. Üstelik artık bilim de kuantum fiziği, epigenetik, nörolojik araştırmalar gibi gelişmelerle seni mükemmel destekliyor. Bu zamanda kahraman olmak daha kolay anlayacağın.
Lakin arketip arketiptir, o değişmez.
Hangi zamanda olursa olsun kahraman bir şeylerle mücadele etmeli, bazı dağları-çölleri aşmalı, 7 başlı canavarı yenmelidir. O prenses kurtarılacak ve o tahta oturulacaktır. Aradaki yenilgilerden ve umutsuzluklardan söz etmiyorum bile. Onlar zaten işin tuzu biberi.
Kahraman ille de erkek değildir ama zaten arketiplerin de cinsiyetle alakası yoktur. Şöyle biraz açacak olursak..
Kahraman : Kadın da olsan erkek de olsan senin içindeki uyanmış / arayışa çıkmış / kendisini amaca adamış olan parçandır. Sen madem şimdi bu yazıyı okuyorsun; demek ki içindeki kahraman parçan uyanmıştır.
Prenses, seni yolunda her şeye rağmen ilerleten kişisel menkıben yani aşkla peşinden gittiğin yaşam amacındır. Bir yerlerde tutsaktır çünkü onu bulman gerekir. Onu sadece sen özgürleştirebilirsin çünkü onu sadece sen yaşayarak hayata geçirebilirsin; sadece seninle ifade bulacak.
Onun varlığını bir şekilde öğrendiğinde sanki beyninde bir vınlama olur. Sanki omurgan uçtan uca elektiriklenir. Seni öylesine çeker ki artık sen aynı kişi olmayacaksın. Onun uğruna gözünü karartıp gireceksin çöllere. Karlı dağlar zor gelmeyecek çünkü ardında o var. Öyle güçlüdür ki yaşamını temelinden sarsar. Köprüleri attırır, temel değerleri kökten yıkar ve seni aşina olduğun güvenli ortamından alıp yola çıkarır. Bildiğin kendinden vazgeçersin. Herkesin prensesi kendisine en güzeldir. Bak bakalım senin prensesin ne ya da kim? Hayatta bildiğin her şeyi bırakıp neyin peşine düşerdin? Belki bir diploma; belki bir seyahat; belki gerçekten bir erkek/kadın ya da belki öğrenme tutkusu; belki kariyer…Gözünü kapatıp onu hissetmeye çalıştığında senin yaşam amacın sana nasıl görünüyor?
At genellikle içgüdülerini temsil eder. Arada yolunu kaybettiğinde şöyle bir nefes alıp zihnini boşalt bir müddet sakince dinlen, biraz vakit geçsin. Sonra gündelik işlerine devam et. Bir an gelecek ve ne tarafa gidip, ne yapman gerektiğini içgüdüsel olarak bileceksin. Yolcuysan içgüdülerine, iç sesine güvenmek zorundasın.
Yoldaş konusunda bir sürü yorum olabilir. Bir yorum da ben yapayım. Bence yoldaş senin içindeki neşeyi, heyecanı ve güveni taşıyan küçük bir çocuktur. Sen bu hayatında yılları yaşarken ve bedenini eskitirken unuttuğun neşe, öz sevgisi ve bağlılık işte onlardır senin yoldaşın. Çocuksu bir kurnazlığı, ne olursa olsun seni aydınlığa çıkaracak sadakati vardır. Bak bakalım, o şimdi kaç yaşında? En son ne zaman yoldaşın kadar neşeli ve faydalıydın? Ne oldu da onu kendinden ayrıştırdın?
Ejderha; bazen 3 başlı bazen 7 başlı ama ille de çok başlı canavar. İşte canavar meselesine gelince tevatür muhtelif. Bir bakış açısına göre 7 başın her biri aslında senin bir çakranı temsil eder. Canavarın tüm başlarını kestiğinde kundalini yükselişin tamamlanmış demektir. Ya da eğer canavarın 3 başlı ise kafaları kestiğinde beden-duygular-zihin azaplarından özgürleşmiş olursun. Benzer bir diğer bakış açısına göre de bunlar senin nefsani tuzaklarındır. Her bireyin kendi nefsani tuzağı kendinedir. Kiminde 3 kiminde 30 tuzak vardır. Yani bu 3’ler 7’ler semboliktir. Ama kesin olan bir şey vardır ki o da kaç başlı olursa olsun canavarın dışarıda değil içeridedir. Bak bakalım senin canavarın kaç başlı ve bu güne kadar kaç kafayı kesebildin? Daha kesilecek kaç kafa var sence?
Cadı-Büyücü-Bilge-Cin-Peri-Melekler : Büyük ihtimalle cadı-cin-peri kısmını bastırıp, görmezden gelmişsindir öte yandan kendinden bir bilge-melek çıkacağına ihtimal vermeyerek onları da gölgeye itip yok saymışsındır.
Ya da gözlemlediğim başka bir davranış kalıbı cadılığına veya melekliğine aşırı sahip çıkmak oluyor. Bu da en az bastırıp, gölgeye atmak kadar yorucu. Çünkü her iki davranış da – ret etmek veya fazla sahiplenmek – dengesizliğe yol açıyor. Oysa bunların tamamı dünyadaki diğer herkes gibi sende de mevcutturlar. Bu kadar basit, normal. Onlar senin olmazsa olmaz, evrenle bağlantı kurabilen dönüştürücü parçaların.Kurşunu altına, balkabaklarını arabaya ve fareleri uşaklara dönüştürürler. Bazen de gerektiği yerde sözleri zehirdir belki de kılıç kadar keskindir dilleri. Onların sana sağlayacağı dönüştürme gücünü genellikle kabul etmediğin ve sahiplenmediğin için masallardaki mucizelerle sana hizmet ederler. Bu mucizelere biz günümüzde eşzamanlılık diyoruz. Hepimizin içinde bir ya da birkaç dönüştürücü var.
Dönüşümü nefsani niyetlerle başkalarına zarar vermek pahasına arzu edersen, zorlarsan sebep sonuç yasası çalışıyor ve karmalarla uğraşıyorsun. Kötü cadı/büyücü oluyorsun. Dönüşümü kendin kadar başkalarının hayrını da düşünerek yaratıyorsan iyi cadı-büyücü, bilge-melek oluyorsun.
Bak bakalım hayatının hangi alanlarında kötüsün sen? İşyerinde dedikodu yaptığın oluyor mu? Mesela arkadaşın terfi almasın diye ufak ayak oyunları falan..hıı oluyor mu? Olur ya hani; insanlık halleri. Tabii ki tüm bu nitelikler hepimizde olduğu için sen aynı zamanda bir meleksin. En son ne zaman meleklik yaptın? Kağıt mendil satan çocuğa 1 lira verirken başını da okşamışsındır belki. Bazen içinden geliverir. Bu da insanlık hallerinden biri işte. Hem çocuk kendisini iyi hissetmiştir. Sonra da hatırlayacak ve sıcacık hissedecektir belki, kim bilir.
Kral yolun sonunda seni bekliyordur. Ona varıncaya kadar her şeyi hakkıyla yaptıysan en zahmetsiz olanıdır. Eğer yaşam amacını bulduysan, onu gerçekleştirmek için uğraşırken nefsini ıslah edip, canavarlarınla baş ettiysen ve tüm bu mücadeleyi gölgelerinle yüzleşip cadılarını, cinlerini meleğe dönüştürerek yaptıysan, özetle içindeki sevgi ırmağını bulduysan iş kolay. Senin karşıdan geldiğini gören kral gülümseyerek ayağa kalkar ve zaten her zaman senin olan, seni bekleyen tahtını sana teslim eder. İşte böylece spiralin bir üst katına çıkmış olursun. Orada daha derin, daha bilge, özüne daha yakın başka bir yolculuk başlar.
Yok bu saydıklarımı yapmadıysan iş değişir. Gölgelerini daha da karanlığa gömdüysen, kendini oyunlarda kaybettiysen, dışarıda kurbanlar-zalimler yarattıysan, kısacası korkuya teslim olduysan o zaman kral seni hain diye damgalayıp, yakalatır ve mahzene atar. Çünkü kendine ve yoluna ihanet etmişsindir. Mahzenin çıkış kapısı arkadadır ve oradan çıkınca bir de bakmışsın ki önünde uçsuz bucaksız çöller, ardında dağlar ve dağın başında 7 başlı bir canavar seni beklemektedir. Üstelik zavallı tutsak prenses o yüksek kulede sıkıntıdan patlamıştır ama senden umudu kesmemiştir; kesemez. Bu sefer bir önceki yolculuğun tecrübesi ile daha güçlü olman umulur.
İçindeki kralı bulmak için bak bakalım, en son ne zaman spiralinin dışına çıkıp bir an için de olsa yolunu, yolculuğunu seyrettin? Bak bakalım, en son ne zaman kendi hayatının hakimi ve yaşama gücüne sahip olanı sen idin? En son ne zaman kendi varoluş alanında yansımalarına ve kimliklerine adaletli davrandın? En son ne zaman kendini tam şimdi ve burada olduğun gibi kabul ettin?
Hayat sonsuzdur. Onun spirallerinde istediğin kadar çok fırdolayı yolculuk yapabilirsin. Ölüm yoktur sadece ortam, frekans değişimi vardır. Bak bakalım sen kral olduğunu ne zaman bileceksin? Belki çoktan biliyorsundur. Eyvallah o zaman. Selam olsun sana.
İşte böyledir yolculuğun içsel dinamikleri.Tüm bu arketipleri eğer kendi bilinç alanımızda göremezsek aynalar onları görebilmemiz için bize hizmet eder. Belki bir sonraki yazıda aynaları konuşuruz. Bir de..kahraman ne zaman gerçekten kahraman oluyor biliyor musun? Tüm bu roller, aynalar falan bunların hepsini kendisinin oynadığına ayılıp, şu dipsiz delilikten sıyrıldığında ve tüm bunları tek başına yaşadığını algıladığında sessizce oturup izliyor ya işte o zaman. Tek başınalığında dümdüz durabilmektir kahramanlık.
Kahramanın Yolculuğu ile ilgili bilebildiğim en güzel şiirlerden birisini Özdemir Asaf yazmış. İsmi Do.
Do
Dün sabaha karşı kendimle konuştum
Ben hep kendime çıkan bir yokuştum
Yokusun basında bir düşman vardı
Onu vurmaya gittim kendimle vuruştum.
Eh…vuruşmayanımız var mı?
Hülasa : Hayat güzel. Tadını çıkar.
(*) Arketip eski Yunancada “ilk imge” demek. Sanki boş bir sürahi gibi düşün. İçine limon suyu koyarsan limonata sürahisi, ayran koyarsan ayran sürahisi olur ama sonuçta içine koyduğun her şey onun şeklini alır. Mesela doğuran ya da yumurtlayan varlık annedir. Bu bir buzağının annesi, insanın annesi ya da kuşun annesi olabilir. Anne arketipi temel olarak varlığı buradaki hayata getirir. Bu şablonu tüm canlılar kendi varoluşsal anlamları ile doldururlar.