Modern dünyada aidiyet arayışı

Günümüz dünyasında, herkesin kalabalıkların içinde kendi yolunu bulmaya çalıştığı bir dönemde yaşıyoruz. Hızla değişen sosyal yapılar, gelişen teknoloji, giderek genişleyen sanal evren… Her şey, bizi daha çok insanla bir araya getirirken, aynı oranda içimizde derin bir boşluk yaratıyor. Kalabalıklar içinde yalnızlaşmak belki de çağımızın en trajik paradokslarından biri. Köklerimizi kaybediyor, ait olduğumuz yeri yitiriyoruz; ama yine de her an bir yerlere bağlanmak, bir şeylere tutunmak zorunda hissediyoruz.

Modern dünyada aidiyet arayışı

Sosyal medya, bize dünyanın her ucundan milyonlarca insana erişim sağlarken, aynı zamanda görünmeyen bir sahne kuruyor önümüze. Kendi kimliklerimiz, burada sergilediğimiz profillerin ardına gizlenirken, toplumun onayladığı, beğenilerin ve takipçilerin kabul ettiği bir “ben” yaratıyoruz. O “ben”, gerçek mi yoksa tamamen bir illüzyon mu? İşte bu soruya cesurca bakmak belki de bu aidiyet krizinin ilk adımı. Çünkü, sosyal medyada kabul görmek uğruna kendimizi yeniden şekillendirdiğimiz her an, içimizdeki gerçeği biraz daha unuttuğumuzun farkında bile değiliz.

Yüzeyde yaşamak, gerçek bağlar kurmadan yalnızca görünür olmak… Dijital çağ, hepimizi bu noktaya sürüklüyor. Aidiyetin artık daha çok “ben kimim?” sorusundan “kimlerle bir aradayım?” sorusuna kaydığı bir zaman dilimindeyiz. Bir “topluluğa” ait olma, aynı fikirleri paylaşma, kabul edilme arzusuyla dolup taşıyoruz. Ancak bu topluluklar, modern dünyanın çabuk tüketilen, hızla değişen moda gibi geçici birer durağı oluyor. Günümüz insanı, her birini denese de hiçbirinde kalıcı bir huzur bulamıyor.

Bu geçici aidiyetlerin ötesinde, derinlerde bir yerde, her birey kendi varlığının sabit bir merkezini bulmaya ihtiyaç duyar. Aidiyet hissi, yalnızca dışarıda, başkalarıyla, toplumun kabul ettiği kalıplarda arandığında hep eksik kalacaktır. Kalıcı aidiyet, dışardaki geçici yapılardan sıyrıldığımızda, içimizde bulduğumuz bir duyguya dönüşebilir ancak. Peki, bunun için ne yapmak gerekir?

Cevap basit: Susmak ve içimize dönmek. Modern hayatın, sosyal medyanın, dijital dünyanın ve toplumun gürültüsünden uzaklaşarak, kendi iç sesimizi duyabilmek. Zihnimizi saran bu karmaşayı susturabildiğimizde, aidiyetin aslında dış dünyada değil, içimizde olduğunu fark ederiz. Bu, kendi özümüzle yeniden buluşmak demektir.

Bu noktada, insanın aidiyet hissinin en temelde kendisiyle olan bağda gizli olduğunu anlarız. Toplumsal rollerin, etiketlerin, görünür olma çabalarının ötesinde, her insan yalnızca kendisiyle olduğu yerde tamdır. Kendi içimize yöneldiğimizde, aradığımız tüm cevapların aslında dışarıda değil, en derinlerde bir yerde, özümüzde gizli olduğunu keşfederiz.

Modern dünyanın bize sunduğu tüm bu geçici aidiyetler, kendimizi bulma yolunda sadece birer durak, sadece birer ayna… Gerçekte, ait olduğumuz yer, kendi içsel sessizliğimizdir. Orada, tüm parçaların birbirine uyum sağladığı o merkezde, kendimizi tamamlanmış hissederiz. Ve belki de bu, insanın çağlar boyu aradığı ama hep kendi içinde gizli olan en büyük hakikat…

Kendi özümüze dönebildiğimiz her an, gerçek aidiyeti, gerçek huzuru bulduğumuz andır. Ve belki de nihayet anlarız; asıl ait olduğumuz yer, hiç bırakmadığımız, hep içimizde olan o sessiz, kadim ve bilge mekândır.

Sevgiyle kalın, kendinizde kalın.

Yazar Hakkında

Çağla Meydan,1980 yılında Türkiye’nin İzmir şehrinde doğdu. Ortaokul ve lise eğitimini TED Kolejinde aldıktan sonra, üniversite eğitimini Ankara’da Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nin Maliye bölümünde 2002 yılında tamamladı. 2003 yılında, New York’a taşınarak Amerikan vatandaşı olup orada mesleğini icra ederken, diğer taraftan da Muhasebe ve Finansal Yönetim üzerine Master diplomasını aldı. Bir süre sonra da New York lisanslı Certified Public Accountant (Yeminli Mali Müşavir) olarak kariyerine devam etti. Manhattan’da finans sektöründe geçirdiği dokuz yıllık iş hayatının ardından, 2012 yılında Türkiye’ye dönerek İstanbul’a yerleşti ve uluslar arası çapta denetim, muhasebe, vergi ve danışmanlık hizmetleri veren en büyük dört şirketten (‘Big Four’) biri olan KPMG’de çalışmaya başladı. Akabinde kendi açtığı kredilendirme ve danışmanlık şirketini yönetmeye başlayarak sektörde kısa bir süre daha devam ettikten sonra asıl yaşam amacının bu olmadığı hissiyatıyla, on üç yıllık kariyerini terk ederek hayatına yeni bir sayfa açıp gönlünde gerçekte neyin yattığını keşfe çıktı. Resim ve müzik gibi sanatsal yeteneklerini geliştirirken, kalbinden taşmaya başlayan şiir ve sözleri de kaleme alıyordu. 2016 yılında, eşiyle tanıştıktan hemen sonra hayatlarını birleştirdiler. Evlendikten sonra tekrar Türkiye dışında yaşamaya başladığı süreçte, hayata dair giderek derinleşen anlayışıyla, bu yolda yıllardır biriktirdiği izlenimleri ve içselliğiyle olgunlaşan hislerini, makale, sayısız şiir ve sözlerle ifade etti. Bunlardan bir kısmı Türkiye’de bazı magazin ve dergilerde yayınlandı ve sosyal mecralarda paylaşıldı. Hayatının bu safhasında, spiritual ve içsel çalışmalarının yanısıra anneliğe de adım atarak var oluşun ve var etmenin getirdiği yeni bir olgunlukla ilk romanı olan Sarvan - Kaşif ve Usta Süvari’yi tamamlayarak Türkiye’de bir yayınevi tarafından yayınlattı. Devam eden süreçte ikinci romanı olan Al Tan - Yaşam Meşalesi’ni tamamladı.

Benzer yazılar

1 Yorum

  1. Murat Tali

    Aidiyet duygusu içimizdeki büyük boşluklardan kaynaklanıyor sanırım. Bir gruba ait olma, bir fikre ait olma, bir kişiye bağlanma, bir ideolojinin kalemşörü olma hatta bir pirin en bağlı müridi görünme arzusu. Hepsi bizim kendimizle olan mesafemizin uzaklığını tarif ediyor aslında. Farkındalığımız kendimizle olmaya yönelik olursa umut var ama araya girenler o kadar kalın duvarlar örüyor ki onlar olmazsa biz olamayacakmışız gibi hissetmemizi sağlıyorlar. Hal böyle olunca dediğin gibi, “Kendi özümüze dönebildiğimiz her an, gerçek aidiyeti, gerçek huzuru bulduğumuz andır. ” bir yola girmekle özgünlüğümüze ulaşmanın ilk adımını atmış olacağız. Emeğine sağlık Çağla

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir