HEP değil, HİÇ değil
Hep zorlama, koşma; çatlarsın.
Hem meşguliyet, telâş tuzaktır.
Hep durma; pas tutarsın.
Hem atalet, tembellik, uyuşukluk tuzaktır.
Hep hızlanamazsın;
Yol, trafik, hava vs. – koşullar izin vermez.
Hem açgözlülük, hırs tuzaktır.
Hep yavaşlayamazsın; arkadan ittirirler.
Hem uyumsuzluk tuzaktır.
Dur ve tadını çıkar.
Koş ve onun da tadını çıkar.
Yavaşlaman gerekirse yavaşla;
Hızlanman gerekirse hızlan.
Ağız tadı esastır.
Her şey, her şeyle – süregiden, ahenkli bir dans halindeyken bu dansın ahengine katılmamak, yoldan çıkmak demektir. Yoldan çıkmak, aşırılığa kaçmak demektir.
Orta yol, kendiliğinden gelen, doğal bir uyumla dansa katılmaktır. Uyum; gönüllü olarak, ayrık ve yabani bir ben olmayı bırakıp uyumlandığın şey ile birlikte akmaktır. Uyum özünde, uyumlandığın şey olmaktır. O yüzden hayata uyum sağlayan hayat olur; yola uyum sağlayan yol olur; akışa uyum sağlayan akış olur ve kendine uyum sağlayan – insan olur.
Dışındaki dünyaya, diğer bir ifadeyle hayata uyum başarıdır; iç dünyada uyum ise huzur ve gevşeme. Başarı, enerjiyi doğru yere yönlendirmekle; huzur ise tüm gerilimi serbest bırakmakla alakalıdır. İkisi bir arada ise hem iç hem de dış dünyamızda uyum ve denge var demektir. Aslında ikisi bir arada ise içimiz dışımız bir demektir. Uyumsuzluk, hem içeride hem dışarıyla gerilim yaratır. Bir şekilde ifadesini bulamayan gerilim ise içten içe ölmek ve ilişkiyi de öldürmektir.
İnsanın içi sessiz iken dışında gürültü kalmaz. İnsanın içinde gürültü varken de dışındaki sessizlik duyumsanamaz.
Hayata uyum, hayatın her an değişkenlik arz eden doğasını, zeminini, akışını görmezden gelmeden; ondan kaçmadan; tırnaklarını geçirerek ona tutunmaya, sahip olmaya kalkmadan; onu bir anıya, geçmişe dönüştürüp ona yapışmadan hayatla birlikte akmaktır.
Bacadan tüten duman, havaya karışır ve rüzgârda sürekli dans halinde, her an yeni figürler çizerek, kendiliğinden tablolar yaratır. Sonra dağılır ve artık duman değil gökyüzüdür. Yaprak ağaçtan zahmetsizce düşer, salınarak havada gezinir ve rüzgârla dans eder. Sonra dansı toprakla sürer gider. Bir zaman sonra yaprak değil topraktır. Karga dalda seker. Ne dal için karga kargadır ne de karga için dal daldır. Orada sadece isimsiz bir hayat vardır.
Ya ben?
Karga ortalıkta ben kargayım diye gezmez; dal kargaya diklenmez. Oysa insan, “ben”den başka söz bilmez.
Uyumsuzluk, “ben”, “ben” derken bir hapishane yaratmaktır. Çünkü uyumsuzluk, bir direnç ve devamında da kaçınılmaz olarak bir memnuniyetsizlik hali yaratır.
“İçinde olmak istemediği her yer, insanın hapishanesidir.” * (Cem Şen)
İçinde olduğum beden, yer, ilişki, durum, toplum, Dünya ve nihayet hayat ile barışmak ise özgürleşmektir. Cennet bir yer değil bir haldir ve içinde olmaktan hoşnut olduğu her yer, insanın cennetidir. Misal içine olmaktan mutlu olduğu beden, insana mabet; içinde olmaktan mutluluk duyduğu ev, insana yuvadır. Cennet; sevmekle, sevilmekle hemhâldir. Birlikte olmaktan mutlu olduğu insan, insana yabancı değil candır. Yalnızlıksa benimseyemediğin bir Dünyaya hapsolmuş olmaktır.
Uyumsuzluk, insan hayatında epey dalga yaratır; savaş ve yıkıma götürür. Anlayış ve uyum, bazen bu gelgitlerin hediyesidir. Zira o gelgitlerden geriye hep sükûnet içinde bir güzellik kalır. Uygunsuz/uyumsuz diye nitelenen rastlaşmalar bile – bırakabilen bir insanı, kendisi için uygun kıyıya taşır. O halde tutunmayan için uygunsuz hiçbir şey yok demektir.
Güzellik bir karışımdır: ‘en’ uyumlu, ‘en’ estetik, ‘en ışıltılı’, ‘en’ lezzetli, ‘en’ basit ve ‘en’ baştan çıkarıcı; üstelik de her dem yeni, benzersiz bir karışım… Güzellik, yerini bulmuş enerjidir. O yüzden kendi yerini bulmuş insan, güzeldir.
Bu tarifteki ‘en’ ifadesi – dur durak bilmeksizin derinleşen şekilde demektir. Zira güzellik, uyum, denge, şefkat, kanaatkârlık gibi bazı şeylerin sınırı, aşırısı olmaz. Bu değerler, doğallığı içindeki merkezinde belirgin; yapaylığa kapılmış çeperde bulanıktır. Bazı şeylerin ise sadece varlığı bile aşırılık ifade eder; atalet, uyuşukluk, öfke, açgözlülük, kıskançlık gibi… Bunlar ise merkezde barınamaz, daima çepere aittir. Yerini bulmamış insan, aşırılığa kapılmış ve çirkinleşmiş insandır.
Birbirine uyumlu parçaların ‘birlikte’ yapabilecekleri, daima şaşırtıcı ve çoğu zaman da mucizevidir. Dans, ikinin ortak bir merkezde birlenmesidir. Birbirinden uzak, ayrışmış ve uyumsuz parçalar ise olsa olsa birbirine ayak bağı olur. Nitekim beş benzemezden işe yarar bir el çıkmaz.
Tüm hayat ve onun süregiden dansı; dayanışma, paylaşım, güven ve uyum bilincini keskinleştiren birlikteliklerle; özgürlük, keşif ve benzersizlik bilincini keskinleştiren ayrılıklar arasında devinir. Misal insan, eş-dost-aile-toplum-sevgili vb. ile birlikteliklerinin kıymetini bildiği kadar tüm bunlardan ayrılmanın da kıymetini bilmelidir. Ayrılık ve yalnızlık ihtimali orada olmaksızın birliktelik, bağımlılıktır. İlişki ve birliktelik olmaksızın ayrılık ise yalıtılmışlık ve kaybolmuşluktur.
Her yönde sürekli genişleyip daralan ve esasında nefes alıp veren bu hayatta; tek yönlü ilerleme, gerileme sayılır. Hayatın süregiden devinimi içinde denge daima bozulur; bozulmak üzere kurulmuştur. O yüzden hayata uyum sağlamalı insan ama hiçbir şeye de fazlaca alışmamalı. Belli bir miktar rahatsızlık düzeyini korumalı. Denge bozulduğunda bozulmamak için her an harekete hazır ve gönüllü olmalı ki, dansın coşkusu sınırsız olsun.
Bozguncu
Zamanda olan, gerginlik ve arayış halindedir.
Anda olan, memnuniyet ve şükür halindedir.
Akışta olan, devinim ve keşif halindedir.
Durmakta olan, denge ve sükût halindedir.
Hayat hepsini ayrı sever
Ama muhakkak bozar da.