Hoca verir talkımı kendi yutar salkımı…
Kendimizi şifalandırmak için bazen de travmalarımızı çözerek, gölgelerimizle yüzleşmek için büyük bir çaba içine gireriz şüphesiz ki takdire şayan bir davranıştır bu ancak ; terapi almak için gelen çoğu kişi utandığı veya rahatsız olduğu için sorununun asıl nedenini dile getirmekte iptina eder. Genelde görüşmenin sonuna doğru biri ki küçük kaçamak cümle ile sıkıştırır geçer. Bu psikolojik olarak aslında sorunuyla yüzleşmemenin de bir başka cesaretsizliğidir. Hele ki karşınızdaki kişi “kişisel gelişim eğitimi uzmanıyım” diye telefonu açıyorsa işiniz biraz daha zordur. Çünkü kişisel gelişim uzmanı olduğu için birçok farkındalığa sahip olduğunu düşünse de yine de asıl sorununu paspasın altına itmekten vazgeçmez. Zira sosyal statüsü kendine kazandırmış olduğu kimliğin hiçbir şekilde zedelenmesini göze alamaz. Bu aslında toplumsal olarak da birbirimize güvenmediğimizi gösteren en büyük göstergelerden bir tanesi. “Ben aile dizilimine giderim, haftada bir regresyon alırım, her gün düzenli yoga yaparım, sonra gider kahvemi alırım keyfime bakarım gibi yaklaşımların altında aslında bastırılmış duygular, mutsuz, isyan etmeye yakın bir ruh ve sevdiklerini kaybetmekten korkan bir gölgenin sesi vardır.

Keşke tüm görüşmelerde , terapide şifayı alırken, gerçekçi duygularımızla birbirimize inanarak ve samimiyetle bunu dile getirebilsek. Bu tarz terapileri genelde gazete kupürlerinde ya da makalelerde görmezsiniz. Bizim ülkemizde böyledir. Zira kimse iyileştiği kanalın mucizesini anlatmak istemez. Onu sıkı sıkıya tutar, yakındakilere önermek yerine onlara üstten ahkam kesmeyi ve kendinin aslında ne kadar sağlıklı bir birey olduğunu gösterme çabası vardır.
Bu kendini ispatlama çabası, bu eziklik duygusu, bir taraftan yetersizlikle gelişen kıtlık bilinci gibi konular aslında bizim toplumumuza ait en derin yara izleri. Çocukluğumuzdan beri özellikle yetmişli kuşağın ve onun altındaki kuşağın yaşadığı duygusal baskılar, yani “yüksek sesle gülme, kahkaha atma, çok konuşma” gibi baskılayıcı, yaratıcılığımızı, özgüvenimizi kısacası özdeğerimize engelleyici koşullar içerisinde yetiştirilmiş bu kuşak, özellikle sorununu saklamakta daha da özenli davranıyor. Çünkü hem bir kişisel gelişim koçu olup hem de anksiyetesi olduğunu söylerse gerçekten ortaya vahim bir tablo çıkıyor. Maalesef ülkemizde çok uzun yıllardır bu işi yaptığım için gözlemlediğim bir tespiti sizinle paylaşmak istiyorum. Eğer “şifacıyım, terapistim, regresyon uzmanıyım, işte şunun uzmanıyım, bunun şifacısıyım uzmanıyım” gibi birçok örüntülü ama bir o kadarda örüntüsü boş ama görüntüsü yüksek olan birçok kişinin ciddi anksiyete sıkıntıları var.
Hepimiz maskelediğimiz yüzlerimizle birbirimize bakmayı tercih ediyoruz. Tabii ki buna sosyal medya da destek veriyor. Kendini olduğun gibi gösterme, kendini gizle. Dudaklarını güzel olsun,etkili videolar paylaş,göz çizgilerini parlatarak göster. Kendini çökük gösterirsen herkes bunu eleştirir. Ama kendini iyi gösterirsen herkes sana gıpta ile bakar. Aferin sana der. İşte aslında bu basit baş okşamak için aldığımız, yaptığımız türlü türlü maskelerimiz var.
Daha bugün sabahleyin telefonda bir danışanımla görüştüm. Kendisi son derece aydın, eğitimli farkındalığı dolu olan, psikoloji eğitimi almış ama bir taraftan da psikoloğa giderek seanslara katılan ve kendi hayatındaki çözümlere sorun arayan tatlı bir kadın. Yıllardır regresyon Terapisi yaptığını ve insanların hayatında yeni bir ufuk açtığını söylüyor. Anlatıyor da anlatıyor hani nerdeyse ben sizden terapi alayım bari noktasına kadar gelen bir monolog yaşıyoruz.
Sabırla ve nezaketle dinlerken artık sıranın bana geldiğini hissediyorum ve soruyorum o temel cümleyi; Peki Bayan A neden terapi almaya geldiniz?
Büyük bir sessizlik yaşanır, telefonun ucundaki yüksek irtifalı özgüven, hemen küçük bir delik bulup saklanır. Onu yine o minik delikten tutup çıkartmak sizin sorumluluğunuzdadır zira terapi ilk andan itibaren çalışmaya başlar.
Genel olarak terapiye başlamadan önce bu konsültasyon sürecinde gerçek mi doğruyu mu söylüyor mevzusuna ulaşmanız için bir analiz testi gibi, bir kas testi gibi uygulayabileceğiniz bazı yöntemler vardır.İşte çiçek terapi bu yöntemlerin içerisinde bazı şeyleri teyit etmek ve nokta atışı yaparak sorunu daha iyi çözmek için desteklenir. Kas terapisinden desteklenebilir. Çiçek kartları okumasından desteklenebilir. Duru görüden desteklenebilir. Sırtını nereye yaslarda yaslasın tüm gayret gerçek soruna ulaşmaktır. Güç bela uğraşıp gerçeği anlattırmaya çalışırken karşınızdakini kırmamak ve incitmemek gerekir. Onu sarsarak uyandırmak yerine nezaketle ve sabırla dinlemeye koyulursunuz. Gölge duygular minik minik kendini ses tonunda, titreyen kelimeler de göstermeye başlar. Tereciye tere satılmaz derdi babaannem rahmetli ne kadar da dosdoğru bir cümle değil mi?
Çiçek Terapi adı çoğu kişi için minnoş minnoş gelirken altında yatan derin ve güçlü titreşim frekansını kimse görmez. İki aylık eğitimlerle asla Çiçek Terapisti olamazsınız zira okyanus kadar derin bir ilgi alanı vardır. Derinliklerini öğrenmek için bu terapinin yaşam tarzınızda bir parçası olması gerekir. Çiçeklerin saf titreşimlerini yakalamak için günün ilk saatlerinde uyanmak belli protokoller içinde hazırlıklarınızı yapmak durumundasınızdır.
Dünya da 800 milyon çiçek çeşitliliği olduğunu da gözden kaçırmamak önemlidir. Biberiye, Gül, Adaçayından çıkıp gözlerinizi başka çiçeklere de açmanız ve onların iyileştirici sistemlerine göz atmanız, takip etmeniz gerekir.
Naçizane tavsiyem budur ; sadece buraya değil dünyaya ait olduğumuzu hatırlamamız gerekir. O zaman Bitki krallığını tanımaya başlarsınız.
Dağlardan Sevgilerimle ve şifa olması dileğimle…


