‘İyileşme ancak kişinin kendisinden öteye, egosuyla karmaşık ilişkisinin ötesine geçmesiyle gelir’ C.G.Yung
Sıra dışı haller (anormal psikolojik durumlar) yeni ufuklar açar ve bir insanın varoluşuna dair sağlam bir algı yaratabilme potansiyelini barındırabilir. Farklı ruhsal haller yaşayan ve aydınlanan insan, daha önce değerli ve büyük sandığı her şeyin kumdan küle olduğunu, kendisi ve başkaları tarafından yapılandırılmış ve idealleştirmiş sahte şeyler olduğunu apaçık gördüğü zaman geriye neredeyse hiçbir şey kalmaz. Fakat o, hala bunlara tutunmaya devam eder- eğer yeni başka değerler bulamazsa, başka çaresi yoktur çünkü. Oluşmuş bir yaşam koşullarını durduk yere kim yıkar, bırakır, atar? Elde olanların bir kum kulesi olduğunu, her an yıkılabilecek kadar zayıf olduğunu his etmeye başlarsanız, bu boşuna değildir. Artık, siz şuurun bazı zaaflarını aşmış, olgunlaşmışsınızdır. Bu yaş anlamında değildir. Şuurunuz niteliksel yeni aşamaya atlamıştır. Siz altı boş olan her şeyi görmeye başlamış, şimdi taştan veya tuğladan sağlam kale yapmak lazım olduğunu anlamışsınızdır. Fakat birdenbire bunu yapmaktan (geçmişten, alışkanlıklardan, oluşmuş koşullardan vaz geçmekten) korkuyorsunuzdur. Korkan, tabi ki zihninizdir. O, dünyevi hesaplamalarla bir tane bile tuğla bulamayacağından korkacaktır. Bilinçaltınız ise (Bütüne bağlı hareket eden ve egoyu dinlemeyen büyük Şuurunuz) kararını vermiştir. O, Yaşamla beraber çalışarak, sizi bir şekilde buna mecbur kılan olaylar veya durumlar silsilesi yaratır: eskiyi bozmadan yeniyi inşa edemezsiniz. Sıra dışı haller, doruk deneyimler yaşayan insanlarda bu durumlar kaçınılmaz olarak görülür.
Sıra dışı insanlar sıradan hayatın içinden çekip çıkarılırlar. Çemberin dışına nasıl çıkılır? Çıktılar da diyelim, ama şimdi ne yapacaklar? ‘Modern’ hayatın özenti ve devinimlerinden koptuktan sonra bam başka bir yaşama geçmeleri lazım, farklı ritimler, farklı uyarılar demektir bu… Bazıları ta eskilerden beri olduğu gibi Doğaya, inziva koşulları olabilecek ortamlara veya ‘sosyallik’ yaşamak isteseler kendi gibi insanların topluluklarına doğru çekilebilirler.
Eskiden böyle durumlarda insanların gideceği yerler: okullar, medreseler, manastır ve mabetler, hocalar veya belli tarikatlar varmış. Şimdi de var diyebilirsiniz. Fakat modern insan birdenbire inançsal oluşumlara doğru koşmaz artık, çünkü gerçekten değerli ve olması gerektiği şekilde sürdürülmüyor eski gelenekler. Evet, hocalar, gurular ve kurslar da var. Yine ne yazık ki, çoğunun dibi boştur- kumdan kalenin bir parçasıdır hepsi aydınlanmış insan için. O artık etraftaki insanlara bar bar bağırmak istiyor: Hiçlikle uğraşıyorsunuz, gerçek değerler değil bu sizlerin acı, sevgi, mücadele dedikleriniz!’ Peki bu sıra dışı haller yaşamaya başlayan insan sevgiyi, acıyı ve mücadeleyi küçümsemekte midir? Hayır! Tam tersine o artık ucube komedyenlerin gösterisini taşıyamamaktadır ki, kendisi gerçek sevgiyi yaşamaktadır. Gerçek ACI’dan kıvranmaktadır. Fakat, bu kadar büyük bir sahte oyunla nasıl mücadele etmesini bilmemektedir. Tıpkı, Platon’un ünlü destanında dediği gibi, ‘Sizin tarin dediğiniz tümden bir çocuk oyunudur!’ diye haykıracaktır Her Şey hakkında, ancak kimse onu anlamayacaktır. Dahası, ‘contaları yaktığını’ düşüneceklerdir. Daha da ilginç olanı, o artık ‘Sıra dışı haller’ yaşamakta ya, ondan ötürü ‘sıradan’ bir nefret te edemiyordur bu insancıklardan. Kızgındır ama onlara eskisinden daha çok acımakta ve sevmektedir…
Ben bir yüce Mesih hakkında eski hikaye anlatmıyorum. Psikoterapistlere git gide daha çok sayıda başvurmakta olan, dünkü ‘sıradan’ (olduğunu düşünen) bugün ise ‘acayip-acayip’ haller yaşamakta olan vatandaşlardır bunlar. Gerçi, R. Bach’ın ‘Gönülsüz Mesih’ ibaresinden sonra mıdır veya Ramtha edebiyatından mıdır nedir, kendine direkt ‘Mesih’im’ diyenler de çoktur artık. Her neyse yarın bir gün durulaşır, sakinleşir, olgunlaşır, iyi bir ‘olağanüstü’ insanlar oluverirler hepsi umarız. Psikoloji artık değişti şansımıza: eskisi gibi en kolayına kaçarak uyuşturan ilaçları basmazlar her kese. Pozitif psikoloji denen bir şey var artık, ama altı ayda üç kere birini, ‘ben Mesih’im, Satürn’den Kova burcuna geçildiği gibi kıyamet başlayacak, ben insanları ışık bedeninde yaşamaya öğretmek zorundayım’ diye çırpınırken akıl hastanesine getirmek zorunda kalınırsa, buna içtenlikle inanan bu çocuğa nasıl yardım edebilir ki doktorlar?
Peki, sıra dışı haller hakkında ne biliyoruz? Genelde çoğumuzun aklımızda hemen telepati, telekinezi, astral, duru görü falan filan türü terminoloji ağı uyanacaktır. Ama bunlar, aydınlanma dediğimizde kast ettiğimiz şeylerden çok uzaktır sanılanın tersine. Beyin, kendi gelişimi sırasında yapabileceği bazı işlemleri faaliyete geçirir, bu zaten onun potansiyelinde olanlardır. Aydınlanma bile, henüz bir başlangıçtır, çünkü bu, Şuurun Uyanışı, ‘level’ atlaması demektir. Ama insan toplumsal varlıktır. Kendini yalnızlığa bırakmakta özgürdür ama bu onun en iyi hali olamaz. Demek, tüm toplum olmasa da bir nevi ‘aydınlananlar topluluğu’ veyahut birkaç tane daha lazımdır onun iyi kötü sosyal hayat yaşaması için. Şimdi bizim ‘sıra dışı insanımız başkalarına da sıra dışılık hakkında anlatmak istemektedir. Nasıl yapacağı ona kalmıştır… Bunu vazife ve amaç edinirse, bu vesileyle yaşamında yeni bir anlamlı motivasyon edinmiş olur hem de gelişir- tekamül eder. Fakat, bunun için gerçekten saygın ve ciddi edebiyatlar okuması lazımdır! Bir de Bahauddin Nakşbandi’nin dediği gibi, ‘Dil ba Yar-u, dast ba kar’, yani kalbin Yaradan’da, elin ise işte olsun, hikmetini iyi anlaması lazım. Dünyadan elini çekmeyeceksin eğer Yaradanı seviyorsan, onun yarattığı dünyayı da seveceksin, sevdiğin için de uğraşacaksın, onu temiz tutmak için, güzel tutmak için, kendin de O’ndan örnek alarak, üreteceksin, yaratacaksın bir şeyler… Sanal ortamda her kes çok kolay Mesih geçinebilir. yaşamı bir gözlemleyin önce bakalım acele etmeden. Sistemin çok katmanlı olduğunu yaşayın, ‘Öteler’ hakkında, gelecek hakkında çok ‘bilirsiniz’ de, ZamAn dediğiniz, içinde bugünü de barındırıyor, yarın elinizde bir güzel civciv olacağına inanabilirsiniz, bunu ‘uzak görüşlülükle’ bilirsiniz, ama şimdilik o yumurtayla uğraşmanız da gereklidir.
Evet, bilhassa, olağandışı şeyler yaşamaya başlamak henüz tekamüle ermek demek değildir! Beynimiz bir nevi biobilgisayar olduğu için, yeni bir program almıştır, ona birkaç tane yeni imkan eklenmiştir. Aha şimdi üstat Bedri Ruhselman’ın da cümlesini hatırladım: ‘Psişik yetenekler tekamül ölçütü demek değildir.‘ Kemalet, sorumluluk, sabırlılık (la odaklanmak) bambaşka şeylerdir. Hele dürüstlük var ya hem de son derece dürüstlük, bu, uçmayı öğrenmekten ve uygulamaktan daha zordur!
Tüm bu vurguladıklarımıza rağmen, değişmiş şuur artık bir Tohumdur: Evrimin tamamen farklı bir potansiyeli barınmaktadır onda! Tıpkı mutasyonlar yeni türlerin oluşması için başlangıç olduğu gibi. Fakat, dengelenmesi, öğrenmeye devam etmesi, iyileşmesi lazımdır şimdi sıra dışı insanın.
Kolektif bilinç havuzunda artık çok uç fikirler, farklı ‘gayeler’ var ve beyin denen alıcı-vericimiz bazı farklı frekansları yakalamaya henüz başladıysa, bunun bizi ‘Mesih’ yapana kadar, ohoooo daha çok şey yaşamak, öğrenmek lazım… (Kaldı ki, yapamaz da bu Batı terminolojisinden çevrilip giren bir kavramdır, biz şöyle, Türkçesini ‘kamil’ desek olmaz mı? Daha da yetmiyorsa ‘Eren’ var, ‘Usta’ ve ‘Üstat’ var, ‘Üstün İnsan’ var; bunlar eski kalıp geliyorsa, ‘homo novus’ diyebilirsiniz belki… Yine Batı’dan uygulama ama Mesih’ten iyidir…)
Fakat, ilk olarak, Amaç-İrade-Emek-Erdem kavramları olmadan, bu bilgileri ve yetenekleri neler için kullanacağımız konusunda doğru bir fikrimiz olamaz. Bu saha henüz çok boş, her ne kadar internet, kitapçılar, kurslar ve atölyeler dolup taşmakta ise de modern insaniyet topluluğunun başka birimlerine kıyasen, en doğru ve gerçekçi, en kullanışlı ve en işlenmiş diyeceğiz bir kurulum yok. Evet uluslararası dernekler, sempozyumlar, dergiler vs. de çok. Ama aralarında birlik yok. Dolayısıyla, ‘sıra dışı haller’ yaşamaya başlayan bir vatandaş başına aniden taş düşmüş, delirmiş, Mesih olmuş, uzaylı çarpmış, uzaktan zihin yönetme programına veya gizli deneye tabi kalmış gibi birçok olduk olmadık tahmin ve yorumlara düşer. Hadi der, şu ruhsallıkla ilgili kitaplara bir bakıyım: “gerçek kendi içindedir” diyor çoğunda. İçine bakar ve her zaman aynı şeyi göremez: bir sürü gerçekler birbirine karışmış! Biri birini tutmuyor. Neden böyle der, biraz daha araştırır: haaa, her kesin kendi gerçeği, yani kendi hologramı varmış ya! Gel de bul şimdi sadece senin olan hologramı kardeşim! Ama doğrusu da bu zaten: evet, her kesin kendi görüşü, kendi inançları, kendi içsel temelleri vardır. Fakat, ortak bir platform da var ki, kolektif bilinç olayından dolayı sen de ondan etkilenirsin.
…İnsan varlığı hakkındaki kadim bilgi çoktan kaybolmuş ve 16.17-yy. da ciddi bir şekilde yeniden insanın gerçeğini anlama konusundaki içten ama doğru sonucu olmayan çabalar başlamıştır Batıda. O zamanlarda da insanı evrende ve evreni insanda bilip tanımaya bir tür özlem uyanır sıra dışı şuuru uyanan birinde. Ama o günlerin en üstün zihinleri bile samimi gayretleriyle bunu başaramamışlar. Ancak yarı sanatçı-sair, yarı bilim adamı olan dâhilerin anlatımında muhteşem anlatımlar buluruz. Ama onlarda da ihtişamı, güzeli buluruz fakat netlik, kesinliğe ulaşmış bilgi yoktur.
İnsan evriminin daha önceki çağlarında içsel varlıktan hareketle yaratılması mümkün olan canlı bilgi vardı. Materyalisttik bilgiye dönüldüğü dönemlerde insan o canlı bilgiden mahrum oldu, kendi içsel gerçeğiyle beraber gerçek kendini de kaybetti. İçine bakıp boşluk gördüğü zaman dışsal varoluşa yöneldi, ama insan, bu dışsal gerçeklikten değildir. Ancak 19 yy ’da bazı olağanüstü şuurlu insanlar yeniden Canlı Bilgi peşine düştüler ve 20.yy. da artık onların başlattığı devinim farklı adlarla ama aslında Yeni İnsan, Yeni Çağ, Yeni Şuur ‘un doğmaya başlaması şeklinde iyice kendini belli etmeye başladı. Fakat, birbiriyle barışık olması gereken akıl ve kalp, bilim ve inanç, hala bazı bilinçlerde birbirine zıt şeyler halindedir.
Günümüz insanı, ruh-can-tin derken, gerçek içeriği olmayan soyut fikirler seslendirir veya ‘bilinmeyen, bilinemeyen’ ifadelerini kullanır. Oysa, bir zamanlar, kadım canlı bilgi somut bilgiydi. Bu bilgiden kopan İnsan zihni, dışsal doğada gözlemlenebilir kurallar, süreçler, fenomenler olduğunu öğrendi. Bundan hareketle kendine -insana dair fikir yapısını inşa etmeye çalıştı. Dışta olanı kavramakla ilgili metotlar insanın varlığı ve bedenini de kavramakta kullanıldı. Bu kavramlaştırmanın, insanın gerçek varlığıyla uyumlu olup olmadığını sorgulamaksızın, sorgulasa bile hiçbir bilgisi olmaksızın yapıldı. İşte size modern insanın kendisi hakkındaki bilgisinin temeli!
Kıssadan hisse, İnsan, varoluşunun bir yanıyla maddi dünyada ayakları üzerinde sağlam durabilen, başka bir yanıyla ise maddi dediğimizden daha ince (o kadar önceki duyu organlarıyla görülmez duyulmaz ama mutlaka onu etkileyen, onunla sımsıkı bağlantılı olan) biyo-plazmatik ve enerjiktik ve daha ötesi alemlerde mevcut olduğunun bilincinde olmak zorunda olan bir varlıktır. Eski dönemlerde bu daha çok bilinirdi belki ama o zamanlarda da dünya vebalarla, açlıkla, savaşla kasıp kavrulmuş haldeydi. Bu sefer esas amaç sosyal adalet, refah, sağlık durumları, sanayi gelişimi vs. yöne yöneldi. Evet çok şey değişti, gelişti. Ama! Aha şimdi de veba var, savaş var, kanser ve açlık ta var… İki ayağımızdan biri hep topallamak zorunda mı? Dengeyi bulamayacak mıyız acaba? Tek bir insanın ve toplumsal olarak insaniyetin çıkış yolu, bence, aşırı maddiyatçılık ve aşırı ilahiyatçılık arasında bir denge bulmaktadır. O dengeyi de Erdem ve Sağduyu denen ipuçlarından yola çıkarak bulabiliriz belki.
Derler ya, bazen hastalık insanın hocası olabilir, dersler verebilir diye.
İyileşmek istiyorsak, uyuşukluk ve panik arasında gidip gelerek değil, uyanıklık ve farkındalıkla yürümeyi öğrenmeliyiz yaşam yolculuklarımızda…
Dr. Nodira İbrahim Güçsav