Sorular…
Aklımda deli sorular var yine… Herkesin ortak fikri bir yaratıcının olduğudur. Çocuk tecavüzüne onun tekamülü diye bakanlar bu konuda kendi içinde başka bir çelişkide boğulduklarını fark etmeden, tanrının işine burnunu sokmaya devam ediyorlar.
Bir yandan onun verdiği kadar bir hayatın varlığı ile tekamül yolculuğunu tamamlama derdinde iken, diğer yandan bunun tam tersi bir uygulamayı yaşamına sokarak sözler ve dualar ile önce kendisinin sonra dünyanın iyileşmesinin mümkün olacağını düşünüyor.
Bir aile düşünün, anne, baba ve çocuk… Anne ve baba sürekli olarak çocuğu için dua ediyor, adak adıyor, onun iyiliği ve güzelliği için çaba harcıyor. Ama çocuk önce ders çalışmıyor, ailenin tüm çabalarına rağmen düşük not alıyor ya da çok çalışıyor ama başaramadığı için yine düşük not alıyor. Çocuk büyüyor hayata atılıyor. Anne ve baba yine dualar ediyor, hatim indiriyor, hocalara gidiyor, çocuğu için en iyisinin olması her türlü Tanrı bağlantılı eylemi yapıyor ama gelin görün ki çocuk yine ortalıklarda yok, memleket bu ya iş de bulamıyor. İş yok… İş buldu diyelim bu sefer de aldığı maaş yetmiyor yaşamına. 2bin lira ile aile mi geçindirilir? Diyerek yaşamına tek başına da devam ediyor. Neyse konumuz bu değil zaten. Konumuz, anne ve babanın tüm dua ve dileklerinin ve adaklarının yetişemediği çocuk… Ah diyeceksiniz onun da dersi bu, Yaratıcı ona bu yolu layık görmüş ya da kendisi bu yolu böyle yaşamayı seçmiş… Bu çocuk da dualar etmeye başlıyor, camiye gidiyor, kiliseye gidiyor, havraya gidiyor, tapınağa gidiyor, nereye giderse gitsin, işler bir türlü rast gitmiyor. Yine başa sarıyoruz, bu onun dersi ve tekamülü…
Dersler ve tekamüller bitmiyor. Bitmediği gibi o kadar çok dua edilen, yalvar yakar istekler yağdırılan Evren, Tanrı, Allah, Rab, Yehova ve Nirvana günün sonunda inip bir şey yapmıyor bu insana/insanlara. Bu da tekamülün bir parçası tabi ki…
Sorular biter mi? Bitmez tabi ki… Her şeyin O’ndan geldiğine inanan biri neden oturup günlerce, aylarca, yıllarca dua eder? Neden, Yaratıcı bir şeyi canı gönülden vermesi gerekirken vermeyip, dualarla, kurbanlarla, adaklarla ve yakarışlarla vermeye çalışır? Bu da tekamül tabi ki…
Hepimiz aklı başında insanlarız, enerji ve frekans yükseltmeye çalışarak bir yerlere varır mıyız? Belki varabiliriz. Dua ve yakarışlar enerji yükseltir mi? Bu da mümkün… Dünyanın hali ortada! Ama enerji yükselterek bir şeyler elde etmenin de mümkün olduğu yer ve zaman vardır elbette.
Düşünün!!! 8 Milyar insan dua ediyor. Hangi dinden olduğunun bir önemi yok, hangi inançtan olduğunun da hatta işin ilginç yani en dinsiz görünen ateistin bile bir duası vardır, “Madem varsın neden gelip düzeltmiyorsun şu dünyayı?” tarzında… Bu 8 milyar dua, 8 milyar yakarış, 8 milyar teslimiyet, 8 milyar inanç hiç mi bir yerlerde birbirine denk gelip bütünü şifalandıracak bir güzelliği ortaya çıkartamaz? Savaşları ve kıtlığı bitiremez! İnsan egosu mu dediniz? Yaratanın gücünün üzerinde mi insanın egosu? Yoksa yine başa sarıp tekamül yolculuğu mu diyeceksiniz? Eğer tekamül yolculuğunda isek; Neden, oturup dua edip, adak adayıp, dilek ipleri bağlayıp yakarışlar ve isyanlarla bu hayatı sürdürüyoruz? Bu da mı tekamül?
Bizlere öğretilen öğretiler, bizlere dayatılan kişisel inanç modelleri, bize zorla kabul ettirilmeye çalışılan tüm düşünce ve fikirler bizi kendi dünyamıza kör kılmaktadır. Bizi aydınlığa çıkartacak olan şey, dışarıdaki her şeye susup, içerideki ışığı yakmak ve kendinle baş başa kalmaktır. Meditasyon, iç sessizliğidir, dua iç sessizliğidir, teslimiyet iç sessizliğidir. Kendine varmanın çığırtkan bir yolu yoktur. Kendine varmak, erdem ile sevgi ile mümkün olur. Bu yüzden kendinizi sevin ve tüm öğretilere susun. Özgür olan da özgür kalan da sadece Sen’deki SEN olacaktır. Uyan….