Bana laf söyleme leke melamettin,
Melamet şöhretime bir zarafettir,
Buyurma şöhretin koru, diye helak ettin,
Benim şan-şöhretim – hep melâmettir.
Mevlana
Zaman kendi normal kavramını yitiriyor artık. Bazen dakikalar yüz yıllar gibi akıyor… Bazen; yıllar ve hatta tüm ömrümüz, Yüce Gücün, Ulu Evren Ruhunun bir eli içine sığacak kadar küçük bir kâse içinde… istikrarlı sayısız ışık parçaları arasındaki bir minik parçanın; hayatlardan hayatlara, şekillerden şekillere girerek, bengi yollardaki döngülerden ibaretliğini yaşamaya başlayacağız, şuurumuz genişledikçe. Dahası da var, tüm Evrenin varoluşu daha da büyük, daha da ulu bir Ruhun elindeki kase içindeki sayısız galaksilerin ömürleri bile onun gibi minik ışık parçalarındaki kadar izlenebilir olduğunu yaşayacağız belki… ve Sonu yoktu ve izlemelerin, arayışların, yaratış ve yok ediş, yaratılış ve yok oluşların. Değişmeyen, gerçekten sabit olan şuydu ki Kendini aramak vardı, Kendini yaratmak vardı, Arayanı ve Yaratanı izlemek vardı bir de hem içindeki Kendi, hem dışındaki Kendi olarak…
Peki, Şeytanı yaratmaya-oluşturmaya hangi birinin ihtiyacı vardı: arayanın mı, bilenin mi, izleyenin mi, izlenenin mi? Kör’ün! Aramak vardı, evet, ama gerçeği aramak demek sadece en büyük yalanın tek yalan olduğunu anlamakta bitecekti ki: OYUN ‘un iki Yüzü vardı, iç içe giren iki sahnede aynı anda iki OYUN oynanıyordu ezelden ebede. Bir sahnedeki aynı iki oyunun birinde kurallar güzel ‘yalanları’ doğru bilmek, soğuk ‘gerçekleri’ de ret etmek üzerine kurulmuştu. İkinci Oyun hep Kendi yazdığın senaryoda kendin için bu sefer şu parçan için seçtiğin rolü yeniden yaratıyormuş gibi yaparak, her yalan olan doğru içinde kendi doğrularını seçmek lazımdı.
‘Özgür İrade’ yalanı-gerçeği de bunun için lazımdı.
Ve ‘mış’ gibi yapmak zor olduğu için olaylardan önce kendini kendinden perdelemek lazımdı.
ÇÜNKÜ: DİKKAT! Her şeyin GERÇEKSİ OLMASI her iki oyunun da esas kuralı olduğu için oyuna karşı baş kaldıranlar Kurnazlığı yarattılar, gerçek şeytan buydu işte! O’nun Adı bahaneydi, onun adı Yalandı. Bu kendine karşı çıkmanın, kendini aldatmanın, kendindeki en güzeli en güçlü, en doğru olanların bastırılması mümkün ve lazım olduğu hakkındaki YALANDAN ibaretti.
Bu kainatın tacı denilen, tüm her şey ona kurban, o ise kendine kurban, ey vahlar denilen İnsan adındaki KÖR varlığın uydurmaya ihtiyacı olduğu olguydu O. Körlüğünün içeriği ise şuydu: kendi kendini aldatabileceğini umacak kadar kurnaz, akıllı, usta olduğuna inanabiliyordu İnsan.
İnancın her şekli ve şüphe, ret, küfür olarak görülen (belki sorgulamaydı bu?), algılanan, adlanan her şeyin saat sarkaçları gibi, tek değneğin iki ucu gibi, gün ve gece gibi, yüzümün sağ ve sol tarafı gibi, içimdeki erkek ve kadın gibi, yaratan dişi titreşim ve onun için rekabette yarışan erkek titreşim gibiyizdir biz onunla: SONSUZLUK VE SINIRLILIKTI BİZİM DİĞER ADLARIMIZ (ne sonsuzluğu yüce gör ne sınırlılığı hor gör bu arada hatta tam tersine ele al bir de).
Aslen, Görü ve görünün sınırlanması, IŞIK ve GÖLGENİN OYUNLARI gibi hep yaratma imkanı veriyordu bu bize. Biz kim, IŞIK ailesi çocukları, Büyük Hayat Oyunun kurucu ve iştirakçileri, sonsuza dek kendi içimizde evirilip, sayısız şekiller, yollar, çeşitlilik yaratabilmemiz için şu şekilde imkan bulmuştuk… Ama tek düşmanımız, yoldan saptırıcımız, kör düğümlerimiz, kendimizin hep birlikte ‘yok etmeye’ mahkum ettiğimiz nice uygarlıklarımız, nice hayat şekillerimizin inkarınıza getiren tek anlamsızlık- ŞU SADECE KURNAZLIK DİYEBİLECEĞİMİZ ACAYİP BİR OLGUYDU. Bir kere onun ağına düştükçe, muhakkak şekilde korku, kıskançlık, varsın gitsin tüm ‘şeytani’ denilen kusurlara yol açardı. Ama bak gör ki, Yücelik, Saflık, Dürüstlük, Adalet ve hatta Sevgi adına ortaya çıkabilirdi bu tüm kesafet kusurlar. Tıpkı, kendi vücudunuzdaki kendi hücrelerinizin doğru programı bozularak, zamanla başka organlarınızı sıkıp helak eden kanser hastalığı gibi… Çünkü o Sorumlu korkuyu değil, kaypak korkuyu yaratan, dürüst rekabet değil, namert rekabeti yaratan, bütüne ve en evvel kendine olan sevgiyi yaratan değil, baskıcı, zorba, kıskanç ‘sevgiyi’ yaratan ve kendini ve sevdiğini tek şu yolla mutlu edebileceğine inanmaya kendini zorlayan ZİHİN oyunuydu bu. Zararlı, Hayat Oyunundaki İnsani Şuur Kraliyetinin gelişimini durduran, pis koku saçan, en kötüsü: çok bulaşıcı virüs gibi Canımıza, Canlarımıza, CANa ve CANANa karşı olan düşmandı bu.
Ama maskeleri, adları, yorumları çok güzel olabilmesiyle ayakta kalabiliyordu… O geliştikçe, yayıldıkça, OYUN bozuluyordu, o dinlerin, marifetin, hatta ilim teknolojinin, aşkın, hatta analarımızın maskelerine bürünürken, zihinlerimiz, duygularımız karışır, şuurumuz dumanlı ayna gibi her şeyi karışık ve sisli yansıtmaya başlardı. Sistemde yine ‘error!’, ‘BİR TEHLİKE VAR!’ sinyali yayılmaya başladı demektir bu, değerli minik güneşler.
İşte o anlarda hiç zaman suçu başkalarında, sistemde, evrende, yaşamda aramayın: araya bilirsiniz de aslında, sadece ipin ucunu bulmak çok zor olur, çünkü tehlike sinyalini yayan detektör zaten sizin içinizdeki tehlikeden rahatsız olmaktadır en başta. Çünkü en basit bir hücre sistemi bile kendini milyonlarca virüslerden, zararlı maddelerden korumaya yönelik milyarlarca yıllar süresince gelişip gelmektedir ve hala kendi kendini daha da geliştirmek üzere genetik deneylerini devam etmektedir, haaa, biyolojik sistemden önce zaten enerjitik sistem vardır ve onun zaman kavramı bile yoktur ya da çok farklıdır. İşte, kötülüklerinizin, mutsuzluklarınızın ya da Beşer olarak adlandırdığınız büyük sisteminizin sonu gelmeyecekmiş gibi gözükmekte olan ‘Error’larına nedenler arayacak olursanız, önce en hassas ve şaşmaz, en doğru ve en dürüst paha biçilmez araçlarınız: Kalp adındaki dedektörünüzü dinleyin! Beyin altınızdaki sınırsız zeka bile düşünmeden, muhakeme etmeden sizin isteklerinizin gerçekleşmesi için çalışan bir nevi ‘Alâeddin’in Cini’ iken, sadece Kalp kalıyor müvazenet (denge) ve gerçeğin bozulmasından rahatsız olan tek dürüst aracınız. O sizin için ayaktadır, sizin için çalışmaktadır, Size hediye edilmiştir, Sizi hiç zaman bırakıp gitmemek üzere her çağırdığınızda size doğru, gerçi onu dinlememeye, es geçmeye defalarca çalışmış olsanız da, her an, ŞAH DAMARINIZDAN DAHA YAKIN BİR YERDE DURUP İZLEMEKTE VE her sefer içten, tüm dürüstlüğünüzle, hatalarınıza, körlüğünüze ikrar olarak ve ya her ne ‘ayıp işler’ yapmış olsanız da, kendinizi ve başkaları, genelde en sevdiğiniz ve sizi sevdikleri insanları nelerde yargılamış olsanız da, şimdi masum olmak istediğinize ikrar olarak ÇAĞIRMANIZI BEKLEMEKTEDİR. (Not: Ve o sizin göğüs kafesinizin içinizde kan pompalamakta olan organ değildir, neyse anatomi-fizyoloji dersi değil bu zaten). 2015 Taşkent