Kayıp ruhlar diyarı neresidir bilmiyorum ama ruhumun; şu girdiği bedenin ve onun şahı olan zihnim sayesinde kendini kaybettiğini biliyorum.
Amansız bir şekilde özüme kavuşma arzusu ile o kavuşmanın belirsizliğindeki korku arasında sıkışmış zihnin ya da insan varlığının efendisi olan egonun hikayesinde, ruh; kendine ne kadar alan açabiliyorsa o kadar özgür hissediyorum kendimi.
Ya zihnini ya da bedenini terk et demiyor ruh. İkisini topla gel diyor… Ama ego bu birlikteliği onaylamadığı için sürekli kert vuruyor bu naif davete.
Haydi bakalım, bu diyara geldiysek ve geldiğimiz gibi gideceksek, şu yolculuğu en güzel haliyle onurlandırmanın bir yolunu bulup devam edelim yolculuk denen bu hikayedeki rollerimize…
Nereden başlanır bilmiyorum çünkü insanlığın en temel arayışıdır, bu hayata geliş amacı. Kaybolduğunu düşündüğü zamanları arar. Onu her türlü kavram ile açıklamaya çalışır yine de bulamaz yanıtını, en son gelip dayandığı yer inançlar olur ama onları da aşan ve onların da yetersiz kaldığı yerler olur sorularına ve tam da orada ruhban sınıfı girer devreye ve der ki “sorgulama”… Daha ötesini onlar da bilmiyor çünkü ve onların okuduğu kitaplarda da insanın, sorgulayan aklına hitap edecek bilgiler yok. Var olduğu iddia edilen bilgiler ise insanlığı çok da tatmin etmiyor, korkuyla ve cehennem azabıyla cezalandıracağı düşüncesiyle sınırını geçemiyor çoğu insan.
Truman Show’daki gibi engeller ve duvarlar var her yanında. Perdeyi yırtmaya çalışanlar, korkularıyla yüzleşmek istemeyenler yüzünden tekrar geri çekiliyor. Geçen gün izlediğim bir Youtube kanalında anlatılan “Yengeç Sepeti Sendromu”’ndaki gibi bütün hikaye. “ Üstü açık bir kovaya konulan yengeçler, buradan kolayca kaçma şansları varken bunu başaramazlar. Biri hamle yapıp, dışarı çıkmaya yeltenirse, diğer yengeçler onu hemen içeri çekerler. Böylece hiçbir yere gidemezler ve balıkçı da bunun rahatlığı ile yengeç tutmaya devam eder.
Toplumun geneline bakın, kendi inandığı şeylere inanmayanları içine çekmeye çalışan on milyonlarca misyonere rastlarsınız. Onlar kendi içine düştükleri şeylerden kurtulamadığı için çevresindekilerin de orada olması gerektiğini düşünürler. Her ne kadar tüm insanlığın kurtuluşu için bunu yaptıklarını iddia etseler de günün sonunda amaç insanlığı kurtarmak değil, kendini içine düştüğü yerde yalnız hissetmemektir. Bu yüzden çoğu ideoloji ve inancın içinden çıkmak isteyenler ciddi cezalandırmalara maruz kalırlar. Bunlar içinde, tecrit, şiddet, işkence, ölüm bile yer alır.
Bütün bu karmaşa içinde başrolde kim oynuyor biliyor musunuz? Zihin, ego ve onların yaveri olan duygular ile bu üçüne teslim olmuş beden. Haydi ama bilmiyor muydunuz? Tüm dünyayı korkularınız ve duygularınız ile şekillendirdiğinizi. Savaşları, katliamları, yıkımları, yok edişleri zihnin kurguladığı oyunda tüm silahlarını kuşanıp meydana çıkan siz yapıyorsunuz. İçinize dönüp bakın, katliamı, yıkımı hatta savaşı sadece dış dünyaya yapmıyorsunuz kendinize de yapıyorsunuz. Korkularınızın ve duygularınızın esiri olarak kendinize neler yaptığınızı bilseniz şaşarsınız. Yazının başlangıcına konu olan “kayıp ruhlar diyarı” aslında kendi varlığınızdır.
Ben’liğin Yitik Hikayesi’de tam da burada başlıyor.
Bana göre iyi olan şey sana göre de iyidir bu yüzden sen de yapmalısın.
Bana cenneti vaat eden şey sana da cenneti verecektir bu yüzden sen de inanmalısın.
Bana kurtuluşu vaat eden düşünce seni de kurtaracaktır bu yüzden sen de bu dava için mücadele etmelisin.
Beni zengin eden şey seni de zengin edecektir, bu yüzden bundan haberdar olmamalısın.
Ne kadar karmaşığız değil mi? Ne kadar herkesi düşünüyor? Ne kadar çok iyilik peşinde koşuyoruz? Peki tüm bunların olmadığı bir AN’da ya da YER’de neler yapabilirsin?
Orada ne yaparsan anlamlı olursun?
Orada ne söylersen, kendini ikna edersin?
Aklına kaç ideoloji ya da inanca dair düşünce gelir?
Hakkında büyük iyilikler düşündüğün ve kurtarmaya çalıştığın birine servetinin yarısını verebilir misin?
Zihnin, benliğin, düşüncelerin, inançların sana hangi gerçeklikle geldi ve seni inşa etti, hatırlıyor musun? Unuttun değil mi hepsini? İşte insanın tüm varoluş yolculuğunun sırrı burada “unutmak” bu yüzden öğrenmesi gereken tek şey de “hatırlamak” oluyor. Peki bunu başarabilmesi mümkün mü? Olasılık hesabına vurduğumuzda çok düşük ihtimal barındırıyor içinde. Çünkü dış uyaranı ve korkuları o kadar fazla ki onlardan özgürleşip sıfır noktasına erişebilmesi ve kendisi olduğu o ana varması mümkün görünmüyor.
Yitik ruhların; benliğini ve özünü kaybedişinin temel nedenlerini fark etmesi ve sonrasında hepsini bir kenara itme cesareti bulması içine ne gerekiyor, açıkçası bu konuda bir yorum yapamayacağım. Çünkü biri sevgi için, diğeri değer duygusu için, bir başkası kabul görmek, bir diğeri onaylanmak için ve bir sürü diğerleri anlam arayışı için farklı yolları deneyimlemeyi seçiyor. Bütün bu seçimlerin tohumları o kadar erken yaşlarda atılıyor ve onların kökleri o adar derinlere işliyor ki onları söküp atmak mümkün görünmüyor.
Ego, zihin, duygu, korku, inanç, ideoloji ve bedenin arzuları, büyük resmi görmemizi engelliyor ve bizleri kayıp bir ruh haline getiriyor. Her birimiz “kayıp ruhlar diyarında” kendi benliğimizi arayan kayıp yolcularız. Bulduğunu düşünen çığlık çığlığa sağa sola sesleniyor ama bulduğu şey sadece ve sadece kendi zanlarıyla inşa ettiği küçük bir AN’ın ortadan kaybolmasından başka bir şey olmuyor.
Ne yapmalıyız peki? diye sorduğunuzu duyar gibiyim? Açıkçası söyleyecek olacağım şeyler bugüne kadar milyonlarca kez söylenmiştir ama dikkatinizi çekmediğine ve bu yazıyı buraya kadar okuyup, düşüncenizin arkasında bir yerlerde, bundan özgürleşebilirim dediğiniz bir benlik hikayenizi bulamadıysanız, size vereceğim bir kırmızı ve mavi hapım yok ne yazık ki…. Hatırlamanız gereken şeyleri bulmak için unutmayı ve terk etmeyi seçin. Ardı gelecektir, arkası da görünecektir. Hatırlayın, camın arkasına simi sürüp onu aynaya çevirende sizdiniz.
Binlerce yıllık yolculuk ve onlarca yüzlerce enkarnasyonla kendini benliğini ve hayat amacını arayan insanlar ordusu arasında hatırlamak zorunda olduğunu hissetme dürtüsünden çıkıp, kendini suyun akışına bırakıp, tüm görev belletilen, ezberletilen duygulardan çıktığında mı hikaye tamamlanacak?
Hikayelerimizi bulmaya mı geldik? Yoksa yeniden yeniden yeniden yazmaya mı? Benliğimizi tamamlayacağımız kişileri mi aradık yoksa? Tüm dünyevi antrenmanlar ne içindi? Neye ve kime kavuşacaktık?
Kaybolan ruhumu “an” a teslim etmeyi, onaylanmayı, kabulü ile tüm kaygıları bırakıp, aynada gerçek kendimi görmeyi seçiyorum bu yaşamımda.
Ve bu yazı da aynalar bütünü olmuş, defalarca okunası.
Ruhuna kalemine sağlık.