Hepimiz kendi düşünce ve fikirlerimizle var olduğumuzu düşünürüz. Bu en büyük yanlışımızdır. Her birey, önce doğduğu ailenin ve ailenin ait olduğu toplumun fikri, düşüncesi ve inancı ile var olur. Sorgulamaya başladığında yani kendi fikirleri açığa çıktığında, günah, suç, yasak kavramları ile tanışır. Aykırı olup hikayenin dışına çıkanlara çok az rastlanır. Herkes, kendisine dayatılan fikir, düşünce inançlarla ile sanki kendi gerçekliğiymiş gibi yaşamaya devam eder. Oysa hakikat ve gerçek öyle değildir.
Sahi, kendi hakikatinizi keşfetmeye ne kadar cesaret edebildiniz hayatınız boyunca. Kaç kez toplumsal kuralları yıkabildiniz içinizde. Toplum bütünsel olarak bir suç örgütüdür aslında ve kendisine dahil olmayanı yani oyundan çıkmak isteyeni yok eder. İnsanlar o alanda kendini güvende hisseder fakat ortada kocaman bir insanlık suçu vardır ve kimse görmez bunu.
Aynı şey aile içinde geçerlidir. Ailede de insan bilincine en büyük darbeler vurulur. Korku, tehdit, şiddet, aidiyet, bağlılık, kurallar ve daha birçok kirli düşünce çocuğu doğduğu andan itibaren etkisi altına alır ve onu yok eder. Ailenin davranışlarını sorgulayamazsınız bile çünkü henüz onu öğrenememişsinizdir. Öğrenmeye başladığınız yerde de artık vakit çok geçtir. Bugün dünya üzerinde yaşayan insanların en büyük travması aile içindeki bu dönemi kapsar.
Eğitim hayatımızda fikir ve düşüncelerimizi sisteme entegre edecek şekilde inşa edildiğinden ortada bir BEN varlığından söz etmek imkansız hale gelir. İnanç ise tüm dünyada benzer tepkiler gösterir ve hepsinde aynı sonuç vardır, o inancı reddederseniz çoğunlukla ölüm ile cezalandırılırsınız. En günahkar seçilirsiniz ve ötekileştirilmenin en acımasız halleri ile karşılaşırsınız. Sahi, özgür iradeniz ile seçmediğiniz bir şeyi bırakmak neden böylesi ağır cezalar ile cezalandırılır ki hiç düşündünüz mü?
Hayatınızın tüm evrelerine bakın, aile, eğitim, inanç sistemlerinin tamamı bir suç örgütü gibi yönetiliyor. Özlerine olması gereken bu olmamasına rağmen pratiğe dönmüş halleri ne yazık ki tamamen terörize edilmiş durumda ve sizi yok etmek üzerine inşa ediliyor.
Midene girecek olan yemekten, kuracağın cümleye, giyineceğin kıyafetten oturma şekline, gideceğin yerden okuyacağın kitaba ve daha binlerce alanda sen değil örüntünün görünmeyen kahramanları söz sahibi olmakta. Herkesin siyah giydiği bir yerde sarı giyemezsiniz. Oysa sarı da bir renktir ve çok güzeldir. Pembenin eşcinsellikle eşleştirildiği bir dünyada erkek olarak pembe giyemezsiniz ama pembe sevgidir, saflıktır ve huzurdur. Sen kızsın, sen erkeksin, sen çocuksun, sen bilmem ne sülalesini temsil ediyorsun, sen bilmem hangi düşüncenin neferisin, sen bilmem hangi inancın misyonerisin, sen bu ülkenin vatandaşısın, sen yaratıcının kulusun, sen bu kitapların yarattığısın… uzar gider listemiz ama onların hiçbiri değilim ben. Siz de değilsiniz aslına bakarsanız.
Biz kim miyiz? Cesareti kırılmış, varlığı ve düşünceleri aile/toplum/inançlar tarafından örselenmiş, kimliği ortaya çıkmadan sisteme entegre edilmiş, amacını kaybetmiş ve kim olduğunu hatırlamakta zorluk çeken bireyleriz aslında. Varlığımızı sorgulamaya başladığımızda, neyi sevip sevmediğimizle yüzleştiğimizde ve hangi düşüncenin bizi rahatsız ettiğini duyumsadığımızda kimliğimiz açığa çıkmaya başlıyor. Fakat aile/toplum/inançlar her zaman sorgulamaya, soru sormaya, yanıt aramaya kert vurmaya ve varlığımızı engellemeye devam edecektir. Çünkü hepsinin kendisince görüşü şudur, “böyle davranmazsak aile/toplum/inanç yapımız bozulur ve yozlaşır, bu yüzden her türlü şiddet meşrudur ve olmalıdır” Bu görünen bakış açısına karşı durabilme cesareti gösteren özgür bireylerle bir gün bir yerlerde buluşmak ve kim olduğunuzu, şu anda sizden beklentilere göre şekillenen varlığınızın ötesindeki kendinizi fark edeceğiz günlerin bir an öncesi gelmesi için neler mümkünse onunla karşılaşmanız dileğiyle…