Beş Oscarlı Anora

Beş Oscarlı Anora: Sonunu seyirci yazsın

Amerikalı yönetmen, yapımcı ve senarist Sean Baker 2024 Oscar törenine 5 ödülle mührünü bastı. Son yıllarda Oscar’ları tahmin ediş yüzdemiz artış gösterdi sanırım. Çünkü artık Amerika’nın hangi tür filmlere daha çok paye verdiğini biliyoruz.

Baker’ın son filmi Anora da zamanın nabzına uygun düşmüş görünüyor Oscar için. Ne de olsa Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte “Oligark”lar pıtırcık gibi ortaya saçıldılar.

Beş Oscarlı Anora

Baker daha önceki filmlerinde yaptığı gibi yine Amerika’nın alt kültür, alt sınıf, alt tabaka ne derseniz deyin o insanların hayatlarını mercek altına yatırmış. Ama bu sefer kozmopolit sokaklara bir de melez Rus kızı sokuşturmuş. Böylece siyasetin kara ve kirli yüzünün perdesini tümüyle kaldırmasa da biraz aralamış. Ancak şu bir gerçek ki bütün öteki filmleri gibi Anora da buram buram Amerika kokuyor. Değişik kültürlerden, coğrafyalardan gelen göçmenlerin de üzerine sinmiş bu koku.

Daha önce 1990 JF Lawton’ın senaryosunu yazdığı, Garry Marshall’ın yönettiği 1990 çıkışlı “Pretty Woman” ı bir nebze hatırlatsa da, onun gibi çakma bir Kül Kedisi, Beyaz Atlı Prens hikayesi olmaktan çok uzak. Pretty Woman (Güzel Kadın) filminin Türkiye’deki gösteriminde adı Özel Bir Kadın olarak çevrilmişti. Aslında bu tür filmlerin özetle mesajı; “güzel kadının ve paralı erkeğin açamayacağı kapı yoktur” gibi oluyor ki; işte bu tür mesajlar çok fazla hayatı yerle bir ediyor.

Gerçek dünyada; üst düzey, kültür ve sınıflara hizmet veren fahişeler “özel” eğitiliyorlar; hele güzellerse ve çocuk yaştan eğitilmişlerse paraya para demiyorlar. (Tabii uyuşturucu bataklığına düşmeleri de çoğunlukla kaçınılmaz oluyor).

Çok iyi biliyoruz ki, fahişelik tarihi oldukça eskidir. Kesin doğrulanmamış olsa da kayıtlara da “tarihin en eski mesleği” olarak geçmiş. Karın doyurmanın en kestirme alış-veriş yolu. Beden izin verdikçe müşterisiz kalınmayan bir iş kolu.

Amerikan toplumunun, katlanılması en zor, en çarpık, en acınacak, en çirkin, en müstehcen, pespaye ve müptezel hallerini film yapan bir yönetmen Sean Baker. Sokak dili, sokak raconları hakim. Her yer küfür dolu… Sert ve aşırı çıplak gerçekçilik. Bu tür sokak ve sokağa yakın hayatlar, Amerika’da yaşasanız bile kolay kolay içine girmek istemeyeceğiniz, girdikten sonra da kolay kolay çıkamayacağınız türden; travmatik bataklıklar. “Yaşasanız” diyorum bakın, orada doğmuş olmak tümüyle başka bir şey. Nerede, nasıl koşullarda, hangi aileye doğduğunuz zaten her ülkede kaderinizin ilk çizgilerini çizmiyor mu?

O, arka sokak hayatların içine “düşmüş” olanların çok azı artık oradan çıkmanın hayalini kurabiliyor. Umudun hiç olmadığı bir dünya. Sınırları belli. O sınırlar içinde istediğin kadar at koşturabilirsin. En fazla olabileceğin, daha fazla müşteriye sahip bir fahişe olmaktan öteye gitmiyor. “Şans”ın yaver giderse mama ya da godoş olur; daha çok kazanır, kazandıkça uyuşturucu batağına daha çok batarsın; genelleme böyle. Alabildiğine soyunmuş, çıplak bir platform; ilişkide, belirlenmiş ödeme dışında bir beklenti olmadığı için hizmeti veren taraf gayet rahat ve maskesizdir genellikle.

Hangi mesleği, hangi işi yapıyor olursak olalım, kişiliğimizle, mizacımızla getirdiğimiz bir duruşumuz, tepki mekanizmamız da vardır. Bazen bir kadın fahişe de olsa, sınırlarının çizilmiş olduğu o dünyada da hakareti, küçümsenmeyi bir yere kadar sineye çeker. Son sözü söylemeyi başarır; ne pahasına olursa olsun. Çünkü kadınlığın derinliği, taşıdığı anlam o kadar büyüktür ki; sıradanlaştırılamaz.

Neredeyse her meslekte olduğu gibi, erkek ve kadın arasındaki ayrımcı ahlaki bakış açısı burada da kendini gösterir. Erkek her türlü ahlaksızlığı yapabilir ama yine yeri geldiğinde toplum içinde para ve mevkisiyle saygınlığı bayrak gibi taşır. Ama kadın bir kere fahişe olarak damgalandığı anda artık bir daha geri dönüşü yoktur. Modern dünyada kurumsallaşmış birlikteliklerin gölgesinde “sözleşmeli” olarak sürdürüldüğü bir meslektir aslında fahişelik; o yüzden aşk ve sevgi sözcüklerinin de içleri boşaltılmış, beklentili birliktelikler haline dönüşmüştür.

Beş Oscarlı AnoraBaker’ın kurgusunda, “sözde” Rus sosyetesinin diyelim, şımarık, müptezel, alkol ve uyuşturucu bağımlısı ve yarı psikopat çocuk yaştaki oğullarının, Amerikan-Rus melezi bir fahişe ile sarhoş haliyle Vegas’ta evlenmesine olan ahlak içeren tepkileri bana hiç inandırıcı gelmedi ne yazık ki. Yıllar önce Soçi’de; fahişelik yapan, çok güzel bir öğretim üyesi kadınla tanışmıştım. Ek iş olarak fahişelik yapıyordu. Nedenini sorduğumda “para biriktiriyorum, bir süre böyle.. iş olarak bakıyorum, sonra bırakacağım. Kendime güzel ve rahat yaşayabileceğim bir hayat kurduktan sonra bırakacağım” demişti. Aynı şekilde Florida’da da birkaç güzel Rus kadınıyla tanışmıştım ve onlar da seks ve para ilişkisine hiç de ahlaki bakmıyorlardı. Sanırım, para karşılığı seks yapmakla, seks için para ödemek arasında çok da büyük bir ahlaki fark yoktu onlar açısından…

Bana sorarsanız film gerçekten trajikomik; yer yer kahkaha attıran, yer yer nereden geldiği belli olmayan bir hüzün dalgası estiren yapıdaydı. Ama filmin sonunda, küçük fahişenin çıkışlarına, cazgır karısının yanında etkisiz eleman gibi oturan bay Oligark’ın kahkahaları ve gösterdiği tepkiler unutulmaz bence.

Ancak şu da var; son sahnelerde kökleri aynı topraklardan olan, hayatları böyle akıl almaz şekilde kesişen İgor ve Anora’nın isimlerinin anlamlarını öğreniyoruz. İgor; savaşçı, Anora nar meyvesi, parlak ve aydınlık anlamına geliyor.

Oyunculuklar çok çok iyi; çok doğal; ortamı tam olarak yansıtıyor. Acıyı, hüznü, çılgınlığı, soğuğu, sıkıntıyı hepsini hissediyorsunuz.

Baker genellikle filmlerine “son” koymuyor. Alternatiflerle dolu, paralel evrenlerde; sonsuz hayaller kurmayı seyirciye bırakıyor. İzleyin ve sonunu hayal edin. Ben güzel bir son yazdım hayalimde… Kara mizahla kalıbı alınmış mumun alevine benzeyen, bir üfleyişte sönecek; umutsuzluktan beslenen bir umut ışığı.

 

 

 

Yazar

Benzer yazılar

2 Yorum

  1. Murat Tali - YY

    Sevgili Rüya, uzun zamandır bir film hakkında bu kadar güzel bir yazı okumamıştım. Anora’yı anlatırken sadece filmin hikayesini değil, ruhunu da yansıtmışsın. Oscar ödüllerinin ötesinde, bir karakterin derinliğini, duygularını ve toplumsal yansımalarını böylesine güçlü bir şekilde ele almak gerçekten etkileyici.

    Yazının her satırında, filmi izlerken hissetmemiz gereken duygular adeta bir resim gibi beliriyor. Anora’nın dünyasına girmemizi sağlayan bu anlatımın, sinemanın insan ruhuna dokunan en güçlü sanat dallarından biri olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Kalemine, bakış açına ve duygularını kelimelere aktarma biçimine hayran kalmamak mümkün değil.

    Bizi böylesine etkileyici bir filmle ve onun ruhunu yansıtan bu güzel yazınla buluşturduğun için teşekkürler.

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir