O bir köy öğretmeniydi. Yaşamın ilginç sokakları vardır, siz kendinizi orada nasıl bulduğunuzu anlamadığınız ve orada karşılaştığınızda, bir an şöyle düşünürsünüz: ‘’ O belki buraları biliyordur! ‘’ Derken koyu bir sohbet, anlarsınız ki o da sadece yürüyordur ve inanıyordur, her sokak mutlaka bildik bir caddeye çıkar! Bana anlatırken nereden geldiğini, nereye gittiğini, kalbim hızla çarpmaya başladı. Bir köyde, dokuz öğrencili bir köyde öğretmen olmak… Hem de altı haneden oluşan bir köyde… Her gün kilometrelerce yol almak, sabahın köründe yollara düşmek ve o çocukların yaşama açılan tek kapısı olmak… Nerede olacaklar bir gün onlar, neler yapıyor olacaklar ve belki bu genç öğretmenlerini anacaklar… İçim titremişti… ‘’ Her çocuk özeldir! ‘’ filmini izleyeli çok olmamıştı daha ki bu eş zamanlılık! Size bu köyü ve genç öğretmenimizin buradaki deneyimlerini kendi kaleminden dinletmek isterim:
‘’ İnsan elindekilerin kıymetini kaybedince anlarmış derler ya hani; gerçekten de öyle… Elinde olanla yetinmeyi, idare etmeyi, şükretmeyi bilmeli insan… Ben yirmi beş yaşında, çok çok uzaklardan gelmiş, Akdeniz’in sıcaklığında doğup büyümüş bir köy öğretmeniyim… Kar görmemiş, soğuk görmemiş, buralardaki gibi çok küçük yaşlarda hayata başlamamış bir köy öğretmeniyim…
Benim de hayata karşı olan esas mücadelem, ayakta kalma savaşım, tam anlamıyla bu yıl başladı. Yıllarca verilen emeğin, çekilen zorlu yılların, bitmek bilmeyen sınavların sonunda, ekmeğin aslanın ağzında değil de midesini geçtiği bir zamanda, altın bileziğimizi takmıştık kolumuza. Artık bütün zorluklar, sınavlar, komşu teyzelerin “Aaa, atanamadın mı daha ?” “Vay vay… Tüh tüh…”leri, binlerce beyaz yakalı rakiplerinle yarışın, “Atanayım da ne olursa olsun! “ ‘’ Bir atanayım da başka bir şey istemem, neresi olursa olsun! “ların geride kaldığı bir zamandı. Artık 657’li olmuştum…
Hayallerle, umutlarla elimde bir valiz, bir de bilgisayarım atladım uçağa, Türkiye’nin bir ucundan öteki ucu Ağrı’ya geldim. Uçaktan indiğim o anı hiç unutmuyorum! Tek başınasın, evinden, ailenden, sevdiklerinden binlerce kilometre uzakta, daha önce hiç gelmediğin, görmediğin farklı bir coğrafyanın, kültürün içindesin. Etrafına baktığında hiç tanıdık yüz yok! Her yer uçsuz bucaksız, engin dağlarla çevrili. O engin dağların arasında, hepsinin üstünde, tüm heybetiyle yüce Ağrı Dağı ve hemen yanında da kardeşi Küçük Ağrı, hoşgeldin dercesine selamlıyorlar geleni…
O ilk selamlamanın ardından tam yedi ay geçti. Artık yavaş yavaş alışmaya başladım. Yedi ay insana az bir zamanmış gibi görünse de birçok zorluğun üst üste geldiği, benim için sanki yedi yılmış gibi geçen bir zamandı. Demiştim ya ben bir köy öğretmeniyim diye, bu sözün tam anlamıyla hakkını veriyorum…
Köy, şehir merkezine otuz beş- kırk kilometre uzaklıkta, İran sınırında yüksek bir dağın başında. Köy dediğime de bakmayın, altı haneden oluşan bir yer! Önceleri kalabalıkmış; ama zamanla coğrafyanın, iklimin verdiği zorluklardan dolayı herkes büyük şehirlere göç etmiş. Sadece tek bir amca ve oğulları kalmış. Okulda köy gibi sessiz sakin, dokuz öğrencim ve ben… Ulaşım da çok sıkıntılı, iki servis değiştirerek varabiliyorum okula. Diyeceksiniz “ Neden köyde kalmıyorsun? ”; çünkü okulum köyün dışında, bir tepenin başında. Yolu yok, suyu yok, elektrik sıkıntılı, bakkalı yok, acil bir durum olsa çağırabileceğin bir araç yok…
Tüm bu yokluklar içinde, dokuz öğrencimle tek sınıfımızda aynı anda ders işliyoruz. Hani şu üniversitede öğrendiğimiz çeşit çeşit kuramlar, yöntemler var ya! İşte biz onların çoğunu uygulayamıyoruz burada… Tek başınasın bir okulda, hem müdürsün hem öğretmen, gerektiğinde de hizmetli… Şimdiye kadar hiç görmediğin evrak işleri, yazışmalar, dilekçeler, programlar ve hepsini de eksiksiz yapmak zorundasın. Yapmazsan da soruşturma tehlikesiyle karşı karşıyasın! Ne yapıp edip öğrenmelisin bunları… Daha öğrenmen gereken pek çok şey var elbette! Mesela tezekle soba nasıl yakılır, karda düşmeden nasıl yürünür, yolda kar ve tipiden kalırsan ne yapmalısın, nasıl arabaya zincir takarsın, dört sınıfa birden aynı yerde nasıl hakim olursun bunlardan sadece birkaçı…
Hep mi olumsuz tarafları var bu işin? Kesinlikle hayır… Gerçekten emek, çaba ve sabır isteyen bir meslek; tek bir harf bile öğrettiğin zaman, gözlerde oluşan o mutluluğu gördüğün anki heyecanın ya da ‘’ Çocuklar sizi seviyorum! ‘’ dediğinizde, yüzlerde oluşan o tatlı utanmayı gördüğünüzde her şeyi unutuyorsunuz. Az ile yetinmeyi öğreniyorsun, hayata karşı daha dik ve sağlam durmayı öğreniyorsun. Öğrettiğin kadar öğreniyorsun. O kocaman yürekli miniklerle sen de büyüyorsun, olgunlaşıyorsun, yeri geldiğinde de çocuklaşıyorsun. Geleceğimizin mimarlarına yol gösterip onları doğruluğa, dürüstlüğe, güzel ahlaka yöneltmek gurur verici.
İyi ki öğretmenim, iyi ki bu işi yapıyorum… Tüm zorluklarına rağmen, elimden gelenin fazlasını yapmaya çabalıyorum. Görevimin kutsallığının farkındayım ve bununla gurur duyuyorum… ‘’
Biz de seninle gurur duyuyoruz öğretmenim, seninle ve senin gibi tüm yürek ışıklarıyla… İyi ki varsınız ve yaşam sizi daim korusun…
Sizi seviyorum,