Çare ve çaresizlik…
Meşhur bir söz sürekli dolaşır ortalıkta “Çaresizseniz, çare sizsiniz.” Peki hakikat öyle mi? Hangi çaresizliğin çaresi sizde hangisi hayatın içinde, çareye ne kadar uzaksınız ya da çaresizlik sizi ne kadar kendisine mahkum ediyor. Gelin birlikte yolculuğumuzun içindeki çare aradığımız yerlere bakalım…
Klasik bir başlangıç ile yola çıkalım, çaresizliğin kendisini gösterdiği ilk yer, maddi dünyada yaşadığımız çaresizliklerimiz oluyor. Para, aile, ev (mülk), yaşamak için ihtiyacımız olanı elde edememek ve ona ulaşamamak çoğu zaman en büyük çıkmazıdır insanın. Borcunu ödeyemediği için intihar edeninden, evsiz olduğu için sokaklarda donarak ölenine varanına kadar çok farklı alanlarda çaresizlikle yüzleşiyor insan… Burada çaresiz kaldığında kendisi gibi çare bulamayan milyonlarca insan sokaklarda yaşamayı seçmek zorunda kalıyor. İşten kovulduğu ve iş bulamadığı için çaresiz kalan insanların dünyayla bağlantılarında derin bir kopuş yaşanıyor…
Çaresiz kalınan bir başka şey ise amansız hastalıklar. Kendinizde ya da sevdiğiniz birinde açığa çıkan nadir görünen türden rahatsızlıklar da çaresizliğin bir başka boyutu olmakta. Doğuştan bedensel özürlü olanından, tanımsız bir hastalık ile doğanına, çocuk yaşta yaşadığı rahatsızlık sonrasında işlevini yitiren, zihin ya da bedenin parçaları ve bunlara çare olamayan ebeveynler ve çocuklar… Hele ki şu günlerde sürekli gündeme gelen SMA’lı çocukların ailelerinin çaresizliğinin ne duayla ne de bağırmayla çözülesi yok. Orada gerçekten çaresiz kalıyorsunuz ve seçtiğiniz kişilerin ellerinde yok olup gidiyorsunuz. Üstelik çoğu ebeveyn (dünyanın her yerinde) milyonlarca kez dua edip, gözyaşı dökerek kendisini yarattığına inandığı tanrısından medet umar ve çare bekler fakat o çare hiçbir şekilde gelmez… Bu karşılıksız dualar bir yerde sonra isyana döner ve isyanın temeli olan çaresizlik duygusu günün sonunda içsel bir şiddete dönüşüp kişinin kendisini yok eder.
Bir sonraki çaresizlik ise doğanın gücü karşısında gerçekleşir. Büyük seller, depremler, yanardağ patlamaları, hortumlar, kasırgalar, kar ve yağmur fırtınaları ve yangınlar karşısında da çaresiz kalır insan, elinde avucunda ne varsa kaybeder ve bunun önüne geçemez. Ölümler karşısındaki çaresizlik kadar maddi kayıplar için de yapacak bir şey yoktur. Teslimiyet bile çaresizliğin ödülü gibi durur. Başka çare yoktur çünkü…
Çare kelimesi bir yerden sonra mutlak teslimiyetin varlığını da insanın önüne koyuyor. Çaren yoksa ve kendin bir çare olamıyor ve bulamıyorsan teslim olacaksın. Kayıplarının yarattığı duyguları ve travmaları atlatmak kolay mı peki? Sanırım değil… Bir trafik kazasında, sevdiği ellerinde ölmekte olan birinin çığlığının ve çaresizliğinin o an bir karşılığı yoktur. Bu yüzden çaresizseniz çare/sizsiniz derken birkaç kez düşünmek gerekiyor. İnsan doğa karşısında çok zayıf bir varlık hele ki çocukken. Bu süreci atlatması da uzun yıllar alıyor. Yaşlandığında yaşadığı deneyimler karşısında da çaresiz kalıyor. Yürüyememek, bilincini yitirmek, altına kaçırmak, görememek, bedenin işlevselliğini yavaş yavaş yitirmesi de çaresizliğin kalıtsal yanıdır.
Peki sosyal hayat içerisindeki çaresizliklerimiz. Kadın olmanın, çocuk olmanın, hayvan olmanın, ağaç olmanın, bitki olmanın, sinek olmanı, karafatma olmanın, böcek olmanın çaresizliği… Çaresizlik denince akla neden insan gelir ki? Doğa, zayıf ama elde ettiği araçlarla güçlü görünen insan karşısında çaresizdir. Ormanlar çaresizdir, ağaçlar çaresizdir, nehirler çaresizdir, dereler, denizler, okyanuslar ve gökyüzü de öyle.
Hayvanlar ve ağaçlar, nehirler ve denizler, gökyüzü ve toprak; insanın zulmü karşısında dua etseydi ve onların duasını bir duyan olsaydı, dünya nasıl bir yer olurdu?
Dünya hayatı sözlerle basite indirgenmeye çalışılsa da yaşam onun o kadar kolay ve hazmedilebilir bir şey olmadığı gösteriyor insanlığa. Peki hayat bu yazıdaki kadar çaresizlik mi barındırıyor tabi ki hayır. İyi o zaman neden bu kadar karamsar bir yazı yazdın diye soracak olursanız, bunlar görmezden geldiğiniz ama yüzleştiğinizde elinizin ayağınızın birbirine dolandığı ve gerçekten çaresiz kaldığınız gerçeklikler olmasın diye aslına bakarsanız. Yüzme bilmiyorsanız denizin ortasında görünen o adaya yürüyerek gidemezsiniz, oraya bir sal ya da tekne ile gitmeniz gerekiyor. Bunun içinde teknenin varlığından haberdar olmanız ve onu inşa etmeniz. İşte bu yazı tam olarak bunu anlatıyor.
Çaresizseniz gerçekten çaresizsinizdir yardım gelmiyorsa, yapacak bir şeyiniz yoksa, canınız çok yanıyorsa, ellerinizden kayıp gidiyorsa sevdikleriniz ya da sevdiğiniz şeyler, dermanınız yoksa ayağa kalkmaya, kör karanlık bir kuyudaysanız, şunu hatırlayın, bunu tüm insanlık yaşıyor ev yaşayacak da… Farkındalığınızı varlar üzerine kurgularsanız ve korkmadan yaşarsanız, yüzleştiğinizde daha cesur olursunuz. Cesaret, bilginin ve bilmenin yansımasıdır. Korku ise bilinmezliğin. Çaresizliğin en yorucu olduğu kısmı onu bilmiyor oluşunuzdan gelir. Bilirseniz özgürsünüzdür. Çaresizseniz gerçekten çare yoktur demektir. Cesur olun ve savaşın, gücünüz yettiğince, eliniz uzandığınca çabalayın.