“Doğanın derinliklerine bak, o vakit her şeyi daha iyi anlayacaksın “Albert Einstein
Aslında istersek hayatın ve tüm yaşamın sırrını, nasıl yaşanır sorusunun cevabını, çıkmazlar karşımıza bir karabasan gibi çöktüğünde, çıkmazın çıkar yolunu, en karanlıkta ışıksız kıvranırken bizi aydınlatacak ışığı, hastalanıp sadece içimizle, benliğimizle tek başına kalmışlığımızdaki yalnızlığın çözümünü; tek bir yerde bulabiliriz.
Aslında yaşamın en büyük gücünü kılavuz olarak seçsek, tıpkı en güzel keki yapabilmemiz için gereken tarifinin reçetesini takip ettiğimiz gibi. O kutsal reçeteyi görebilsek, ilacın prospektüsü, bir binanın yıkılmadan durabilmesi için statik kanununun, bir uçağın düşmeden uçabilmesi için aerodinamik kanununun olduğu gibi tüm bunları kavrasak. Yaşam kanunlarını bünyesinde barındıran pusulayı bir görebilsek; onu rehberimiz, onu yolumuz edebilsek yaşamın sırrını çözmüş, yaşamayı bize öğreten öğretmenimizi bulmuş oluruz.
O bizim tek ve en güçlü kılavuzumuz… DOĞA.
Biraz örnek vermem gerekirse; sabrı bize tohum öğretir. Bir tohuma baktığımızda bize meyve verecek, bize gölge olacak, gözümüzü yeşili ile doyuracak bir ağacın emekle, huzurla, sükûnet ile sabırla beklemeden olmayacağını öğretir.
Bir insanın insan olabilmesi, ya da ona verilen bir şifanın, güzelliğin meydanda görünmese de toprağın altındaki bir tohum gibi, insanın da içinde sessiz ve gizli bir oluşumda olduğunu öğretir.
Gece bize acıların, ruhumuzda karanlıkların olabileceğini ama güneşinde olduğunu ve yarın geçebileceğini öğretir.
İnsanların da mizaçlarının mevsimlere, hatta ani dalgalanmaların hava durumuna benzediğini öğretir.
Fırtınalar yerle bir eder şehirleri, tıpkı insanların fırtınaları gibi, ama her zaman gerçek temizlik fırtına sonrası olur bize bunu o öğretir.
Ancak toprağını seven çiçekler renklenir tıpkı yerini seven, ait olduğu yerde, ellerde, gönülde olan insanların yaşam enerjisi ile pırıl, pırıl ve rengârenk oldukları gibi.
Derin denizler nasıl ürkütücü ise aynı zamanda sırları ve envai çeşit güzellikleri barındırdığını, tıpkı derin insanların o denizlere benzediğini öğretir.
Bitmez tükenmezdir kılavuzumuz, şifamız o dur.
Görebilene…
Toprağa çıplak ayakla basmayalı kaç yıl oldu diye düşündüm? Bir ağaca sarılmayalı, bir dereyi elinde ayakkabılar ile karşıya geçmeyeli, yağmur yağmurun altınsa sırılsıklam ıslanmayalı, denize tatil için değil onunla bütünleşmek için girmeyeli, sırtüstü çimenlere uzanıp gökyüzündeki yıldızları izlemeyeli ve kayan göktaşlarını yıldız sanıp dilek dilemeyeli… Hepsi çok uzun ama çok uzun zaman olmuş. Sanırım bu yüzden tüm insanlık ölü bir ruhu taşıyan bedenlerden ibaret gibi geliyor bana. Yaşamdan, koptuk ve çiçek açmayı unuttuk. Farkındalıklı bir gün olsun. Kalemine sağlık Figen Yavuz