Sahnedeki B…’ler

Şu yaşıma kadar çok ön planda olmak istemediğim bir yaşam sürdüm. Sahne korkusundan değil ama kendi çevremi saran dünya sahnesinde ön planda olmak istemedim hiçbir zaman.

Sahnedeki B…'ler

Perdeler açılır, oyun başlar… birileri o sahnede şarkı söyler, birileri eğlenir, birileri kahkaha atar ama günün sonunda perde kapanır ve herkes susar, kendi içine çekilir. Roller bitmiştir artık, gerçeklik oradadır ve gerçeklik herkes için farklı şekilde örülüdür.

Kıyafetler, makyajlar, mimikler, sufleler derken senarist ve yönetmen değilsen, seni saran dünyanın talep ettiği ve sana yüklediği misyonu yaşayacak bir yolculukta hayatını devam ettiriyorsun.

Kimi zaman giydirilen bir karakteri benimsemeden, sadece dekoru bozmamak adına susuyorsun. Kimi zaman ise sahneye çıkmanın verdiği mecburiyetle sahici olmadığın sözler söylüyorsun. Ve bir bakmışsın; kendi hayatının figüranı olmuşsun, başkalarının yazdığı bir senaryoda.

Kabusun da neşenin de kaynağının orta yerinde kalıyor insan. Alkışlara âşık sanatçılar gibi fark edilmek istiyor, benimsenmek, duyulmak, anlaşılmak hatta sevilmek de istiyor. Kapalı gişe aşklar yaşamak istiyor ya da kapalı gişe mutluluklar çoğaltmak ama sahne bu ya… çoğu zaman dram ve dramatize edilmiş kara mizah oyunlar sergileniyor. Bir nevi Truman Show’un gerçek hayattaki izdüşümleri arasında ilerliyoruz. Perdenin arkasında gerçek benliğimiz sessizce oturuyor. Ama sahnede, makyajlı suretimizle rolümüzü oynuyoruz.

Palyaçolar geldi aklıma… Hayatın içinde yüzümüze sürdüğümüz boyalarla sahnelere atıp kendimizi; gülüş, neşe, sevgi, huzur toplamak adına yaptığımız şaklabanlıklar ya da verdiğimiz tavizler…

Boyumuzdan daha fazla uzayan gölgelerimiz ile biz, orada sahnede görünür olmaya çalışan figüranlar gibiyiz.
Ne tam başroldeyiz, ne de tam anlamıyla seyirci. Arada bir yerdeyiz. Her an repliği değişebilecek bir oyunda, doğaçlamaya mahkûm kalmış gibiyiz.

Sahne…
Kimi zaman kendini göstermek isteyenlerin mabedi, kimi zaman kendinden saklanmak isteyenlerin zindanı.
Sahne…
Gözlerin kamaştığı ama gözlerin içine bakılamadığı bir yer. Işıklar ne kadar parlaksa, karanlıklar da o kadar derindir.

Bazen düşünüyorum, sahneye çıkan herkes gerçekten orada mı? Yoksa biz mi, sahnedekilere bakarken kendi boşluğumuzu doldurmaya çalışıyoruz? Kimi alkış, kimi yuhalama, kimi yalnızca sessizlikle katılıyor bu gösteriye.
Ama en tuhafı ne biliyor musunuz?
Perde hiç kapanmıyor.
Artık final yok.
Artık ara yok.
Artık oyunun dışına çıkmak bile bir oyun gibi…

Ve biz, her gün biraz daha unutuyoruz kim olduğumuzu. Repliklerimizi ezberliyoruz. Kahkahaları yerli yerinde atmayı, gözyaşlarını perdelere saklamayı öğreniyoruz. Ve sahne bizim sandığımız kadar sahici olmuyor çoğu zaman.
Çünkü sahici olanlar, ışığın arkasında kalıyor.

Ben, hâlâ arka sıralarda oturmayı seviyorum. Elimde notlarım, cebimde suskunluklarım var. Ve belki bir gün, gerçekten bana ait bir perde açılır diye… Sadece izliyorum. Kim bilir, belki o perde hiç açılmaz. Ama sahte bir sahnenin başrolü olmaktansa, gerçeğin loş köşesinde sessiz kalmayı tercih ediyorum.

Murat Tali

 

Not: Bu yazı sevgili yazar arkadaşlarım Nur Banu Telci ve Nurcan Bozyiğit ile yaptığımız 6 DK yazı çalışmalarındaki “Sahne” kelimesinden ortaya çıkmıştır.

Yazar

Benzer yazılar

2 Yorum

  1. Gülay Şimşek

    Kalemine sağlık Sevgili Murat
    Ne güzel anlatmoşsın. Ben de gerçeğin loş ve huzır alanınds sessizlikte olmayı tercih edenlerdenim .
    Sevgiyle

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir