(Bazen bir baba tokadı, bazen bir anne terliği)
Bilinç de bilinçle ilgili her şey de canlı bir organizmadır.
Bir eve sinen kötülük kokusu gibidir ilk yara. Bilinçaltının dehlizlerinde yankılanır. Karanlık, kuytu ve rutubetli dehlizlerde canlılığını koruyarak yuvalanır. Yara, saydam ve geçirgen labirentlerde kaybolur ve çıkış yolunu arar sürekli. Sırçadan bir kabuk bağlar sadece. Ve en ufak bir anımsatıcı bile kabuğun düşüp yaranın açılmasına yeter. Labirentin çıkış kapısı da görünür olur. Ne kadar derine gömülmüş olursa olsun, ağırlıklarından, onu tutan halatlardan kurtulmuş bir cesedin su yüzüne yükselmesi gibi yüzeye, bilince yükselir ilk yara.
Bilinç de bilinçle ilgili her şey de canlı bir organizmadır. Bu yüzden ilk yara da kaybolduğu dehlizlerde sürekli canlılığını korur sırçadan kaplı kabuğuyla ve kişiyi sürekli bir şeyleri yapmaktan, gerçekleştirmekten, karar vermekten sinsice alıkoyar. Sürekli ertelemelerle kişiyi bir tür hayatta bekleme odasında tutar. Oysa bir birey için ertelemek yaklaşmaktır ölüme ve yaşamak yeni bir şiir…
Spermlerin, yumurtaya ulaşmak için yaptıkları koşu gibidir hayat. Başladığı anda sonsuzluğa kadar koşulması gerekir. İlk yaranın zihne sürekli yolladığı, “başaramazsın, anlaşılmazsın, yapma, koşma, yürüme, düşme, sevme” sinyallerine rağmen yolcunun yeniden yaralanmayı göze alarak yürüyeceği bir yoldur hayat.
Elbette, kendi sahte gerçekliğinde kaybolmuş biri için her şey o delüzyonel dünya içinde kendi istediği gibi görüp kabul ettiği yalanlardan oluşur. Bilinci kendisine ait olmayan her şey tarafından ele geçirilmiştir onların. Düşleri, bir zamanlar duyduğu seslerin yankıları ve evet asla hafızadan silinemeyecek olan kokular. O yüzden, koku hafızasının gücüdür belki de ilk yaranın üzerini kabuk bağlayan sırça. Onlardaki “sevme ve yapabilirlik yetisi” ilk yara yüzünden dumura uğramıştır. Bir an gelir, abartısızca farkına varır; aşk; kış soğuğunun öldürdüğü ağacın canlanmasına verdiğin sevgidir. “Hayat ver hayata. Sen doğaya, hayvanlara ve üreme enerjisine verdiğin saygı ve sevgi kadar gerçeksin. Bir gün giderken gözün açık kalmasın. Yüreğin her şeyi kapsasın. Tin konuştuğu zaman; dünya durur. Geriye sadece evrenin nabız atışı kalır. İşte sen her solukta ölüyor ve doğuyorsun” diye seslenen sevgi. Ve böyle yaşadığın sürece, o benliğinde açtıkları ilk yara artık bir daha hiç acı vermeyecek biçimde senden özgürleşir.
Yaraya rağmen, bazen öyle bir gidersin ki bütün nedenlerin hikâye ve bulmaca olur. Bir şeyler oldu sanılır ardından, varsayımlar ve açıklama enerjisi her şeyi yeniden başlatmak için durur. Beklemez o durgunluk. Sorgulamaz. Özgürlüğün kalbi kırılmasın diye susarsın. Sıradan insanlar sadece yargılarken sen aslında ölürsün ve bir kuş öter. Sabah olur. Sabah olur. Bir kuş öter. Gün olur. Bazen öyle bir gidersin ki aşktır her şeyin nedeni. Kuş ötmemiş de kalbin ritim tutmuştur. Tarih yazmışsındır hiç önemsemeden. Titreşimin sonsuzlukta yankılanan bir şarkı olmuştur.
Bazen sadece sevdiğin için utanç duyarsın kendinden. Bazen sadece sevdiğin için gidersin. Karl Marx’ın dediği gibi; sevgin bir talihsizlik olmuştur. Tanıklık eden dostların içinin burukluğuna üzülürsün sadece. Bulutsuz günde bile güneşin kararmıştır. Sıradan insanların arasına karıştığını hissedersin, bilerek, isteyerek sıradanlaşırsın tüm benliğinle. Belki de yeniden yeniden yeniden doğmak için yeniden. Hazan rüzgârı eser, kuşlar yine öter. Gömersin romantikliğini. O da ne? O da kim? Hiç yokmuş gibi işte. Bir zorba öldürdü kendine verdiğin onca önemi. Oysa artık, kendi cehenneminde kendine gerçekten tutsak ve ölüme gebe. Sana yakışan bir küçük elveda bu sahte gerçekliğe. Önemin önemsizliğidir o artık sadece. Çünkü biliyorsun hiçbir son yolculuk ölçülemez bu Dünya’nın bilinçli gerçekliğinde.
O yüzden, siz siz olun, her gördüğünüz yanlışı düzeltmeye kalkışmayın; size yanlış görünen başka birinin yegâne doğrusu da olabilir. Özgürlüğünüz için her an ölmeye hazır olarak yaşarsanız ölümsüzleşir, sonsuzlaşırsınız ve özgürlüğü tehdit eden güçler tüm Dünya’da güçsüzleşir.
Çünkü, Doğa en büyük öğreticidir. Azıcık dikkat ettiğinizde görürsünüz; Hayvanlar alemi inanılmaz tinsel ve bilimsel bilgilerle dolu. Örneğin; Filler acıyı sadece hissetmekle kalmıyor, başkasının acısını da “içinde yankılayan” bir sistemle algılıyorlar. Yas tutuyor ve ölülerine geri dönmeyi biliyorlar. Onlar, eski kemikleri koklar, hortumlarıyla nazikçe dokunurlar. Ölümün ne olduğunu bilerek. Bu sadece bellek değil; bir tür tinsel devamlılık hissine benziyor.
Fillerde, yunuslarda, gorillerde, balina ve insanlarda var olan empati yeteneği, beynimizdeki fuziform nöronlar sayesinde var. Ve sadece düşünsel değil nörolojik bir altyapıya sahip. Onlar beynin sessiz bilgileridir. Aslında, “etika” yani Etik; doğaya uygun yaşamak anlamını taşır. Yapmamız gereken tek şey, doğaya ve tüm canlılara saygı ve sevgi duyarak yaşayabilmekten başka bir şey değil ki! Bunu yaptığımız zaman detaylardaki yanlış algılara neden olan ahlaki ahlaksızlıklar da ortadan kalkar. İlk yaraya rağmen.
Erkiniz bol, tininiz, niyetiniz pek olsun. Yoksa o ilk yara her zaman cılk bir yara olarak kalır… Bir Kartal’ın niyetinin gücünü hiç kaybetmeden uçması sırasında baktığı gibi bakın hayatlarınıza. Soyut ile Sanal’ı da karıştırmayın. Tavuk suyuna çorba değildir hayat.