Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Düşlerin ardından gelen

Durağanlığı sever insan, sanır ki göl olmak ona mutlak sükuneti ve huzuru verecek. Fakat bilmez, göl içine atılan pislikten arınamaz ve gittikçe bataklığa döner ve sonrasında da kurur. Onu ancak bir nehir temizler ve nehir de göle değil, okyanusa kavuşmak ister… İnsan nehir olmaya korkar ve kokmuş bir beden ile yaşamını sonlandırıp yolculuğuna noktayı koyar…

 

Dünya hayatı tam olarak böyle işler. Kendini tamamlama, bütünleşme, hep birlikte birliğe varma düşüncesi bu yüzden pek mümkün görünmüyor. Binlerce yıldır olmadı gelecek bin yılda ise hiç olmayacak, neden mi? Çünkü insanların bir araya gelmemesi için tüm sistem organize şekilde çalışıyor. Babil kulesinin inşa sürecini biliyor musunuz? “Efsaneye göre Tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller.” Bu kadar basit bir hikayeden siz neler çıkartırsınız bilemem fakat görünen o ki kendisini dünyanın tanrısı olarak görenler, bu hikayeden epeyce feyz almaktalar. Sadece onlar mı? Aile içinde bile bu dil ayrılığı ve karmaşası her zaman var. Neyse dilde ayrı olan, fikirde ayrı olan en azından inançta bir olur diyebilirsiniz ama onda da birlik olmak çok zor, kendi içlerinde yüzlerce farklı biçime bürünüp yol sürüyorlar. Peki ama yok mu bu işin bir orta yolu. Açıkçası yok… Çünkü göl olmak isteyen kadar, okyanus olmak isteyen de var dünyada hatta nehir, dere, ağaç, orman, gökyüzü, yıldız, toprak olmak isteyende. Bu kadar çok arzu ve istek varken insanın BİR’liği ne yazık ki mümkün değil. Bu işle uğraşan arkadaşlara tavsiyem eğer, tanrı rolüne bürünüp, gazabınızla yağmadığınız müddetçe insanlığın üzerine bir adım yol kat edemeyeceksiniz.

Çok karanlık değil mi tabirler?

Fakat bu tabirler bilen ile bilmeyenin yolculuğunun bir özetidir aslında. Yani bilmekten uzak cahil bir yaşam süren milyarlarca insanın bilen ya da bildiğini düşünen binlerce insana tamah etmesinin nedenidir. Dili ayır, dini ayır, ırkı ayır, tuttuğu takımı ayır, fikri ayır, eşi ayır, cinsiyeti ayır sonra yönet farkındalığın içindeki detaylar çok kalın ama insana kendisine bataklık hayata da leş olunca, akbabaların yemi olması da kaçınılmaz oluyor.  İnsan keyfine, konforuna, acısına, yoksunluğuna aşık olduğu için, göl olmayı matah bir hal sanıyor. Bu yüzden içine atılan her şeyi kendisinin hakikati sanıp kirleniyor ve çürümeye başlıyor. Ona istediğin kadar anlat kirli olduğunu o hep en saf halde olduğunu iddia edecektir sana. “Kulleteyn” (2 kulle demektir. Kulle büyük küp ve testi demektir.) bu konuyla ilgili bir araştırma yapmanı isteyeceğim senden… Ne demek istediğimi daha net anlamış olacaksın.

İnsan, bölünerek anlamlı bir kelime haline gelmeye daha istekli bir varlık. Tek bir kelime olmak ona yetiyor, hep karpuzdur mesela ya da kavun… Düşünmez, çam ağacından bir masanın, meşe ağacından parkeler üzerindeki duruşunu ve desenli ayakları ile süslediği odaya kattığı havayı, üzerinde dolu dolu yemekler olmasını, bardakları, çatalları, kaşıkları, bardağı, suyu yani büyük resmi deneyimlemek zor gelir. Tek dilim karpuz olmak yeterli gelir ona. Bir kadehin yanına meze olmak daha kolaydır ve basittir, sorumluluğu yoktur. Kelekse atılır çöpe ve hayıflanır az biraz lezzetim vardı, üzerime bal dökseydin güzel olurdu tadım der. Donatılmak istemez, donanmış olmak zul gelir ve ona zul gelen şeyler yüzünden de dünya zulmedenlerin elinden cehenneme döner. O da buna kimi zaman seyirci olur, kimi zaman taraf kimi zaman da şakşakçı. Fakat uyanmaz, bilmez her ne oluyorsa onun varlığına karşı oluyordur, görmez çürümüş zihninden çıkan dumandan, eyvallahı vardır, kaderciliği cebindedir, teslimiyetin maslahatgüzarıdır.

İnsan kendi hayatında her zaman başkaları kokar ya da çok fazla kendisine bencildir yine başkası kokar. Farkında olsa kocaman bir orman olacaktır fakat bataklıktaki bir çiçeğe aşık olur ve onun etrafında örer tüm dünyasını. Bu çiçek kimi zaman bir inanç olur, kimi zaman da siyasi bir fikir. Arada bir futbol takımı olur ya da bir sevgili… Bataklığını güzelleştirdiğini düşündüğü o tek şeyin etrafında pervane olur. Kaybeder yasa boğulur, içindedir eziyet çektirir, kopartır dalından. Bilemez ne yaptığını ve nereye varacağını, bildiği tek şey vardır, göl sandığı bataklığı ya da okyanus sandığı gölü…

Yazdıklarım umutsuz kılmasın seni, fakat umut denen şeyin fakirin ekmeği olduğunu da her zaman hatırla. Çabasız AN olmadan mutlu yarınlar olmayacağını da hatırla. Çünkü senin çaban olmasa, o göle düşmek istemeyen damla denize ulaşamayacak asla. Düşünebiliyor musun? Milyarlarca damla arasından bir tanesine denizi hatta okyanusu gösteriyorsun. Bu yüzden anlatmaya, göstermeye, tarif etmeye devam etmelisin. Ben hiç umutlanmadım ama çabamı da yitirmedim. Çabam umuda tutunmadı asla, o hep kendi yolunda ilerledi ve çok sayıda damlaya yarenlik etti bu yolda. O damlaların; kimi denize kimi nehre kimi de okyanusa karıştı gitti ve her özgür ruhun şarkısıyla daha bir coştu durdu yüreğim.

Ben hiç umut yüklemedim yoluma bu yüzden hayal kırıklıklarım çok azdır. Tüm çabam, karşılıksızdı, göle maya çalan Nasrettin Hoca misali idi ve belki tutardan bir tık daha ötesiydi, “bir kişi” içindi her kelimem, cümlem ve çabam… Bir sürü “bir kişim” oldu bu yolculukta, onlar nehir olmayı seçtiler, deniz oldular, okyanusa döndüler hatta muson yağmuru olup yağdılar oraya buraya ve kendi yoksulluklarının esaretinde çırpınanların duvarlarını yıktılar. Kendi gördüklerini değil, yaşadıklarını gösterdiler ve çoğaldılar damla damla, bıkmadan dönüştüler ve güzelleştiler… Onlar güzelleştikçe çabanın ödülü olan cennetin kapısına bir adım daha yaklaşıverdi ve Babil’in dağılan ruhlarına bir nefes mesafesine geldi yüreğim. Artık olmaktan ölmeye geçiş vaktidir. Yeniden doğman için bataklığından, nilüfer çiçeklerinden, kurbağa seslerinden feragat edip karışacaksın gökyüzüne, yoksa senin varlığın ile dünya zaten hep cehennem… Uyan…

Exit mobile version