Gerçeklik Algısı

Hayatın bize oynadığı bir oyun var ve biz onu kendimiz seçtik diye avutuyoruz. Bizi saran herkesi, onların yaptıklarını da biz seçtik diyoruz… Seçimlerimize bin küfür diyerek, hayatın içinde kendimize yol yapmaya ya da yol bulmaya çalışıyoruz. Öğreti, inanç icat edip oradan kendimize ulaşmanın yollarını arıyoruz sonra o inanç ve öğretiler “sen kimsin, kim oluyorsun” diyerek seni silip yerine kendisini koymanı istiyor. Yani hepten silinip, öğreti, inanç ve onların başındaki tanrıyı koyup yolculuğa devam ediyorsun. Çok fena…

Gerçeklik Algısı

“Başkalarının düşüne inanıp kendini terk etmek en büyük delilik ve saçmalık.” demişim bir ara. Çocukluğumuzdan itibaren örüntülerle ilmek ilmek işlenen ve kendisini olduğu şey sanan ben, hakikatte kim acaba? Şöyle düşünün, Türkiye ve İstanbul’da doğmak yerine Afrika’da Mali bölgesinde Dogon kabilesinde doğabilirdim. Orada büyüyen ben, Amma diye bir tanrıya tapınıyor olabilirdim ya da Sirius’tan geldiğime inanıp, yıldızları keşfe çıkardım belki de…

Tam olarak bu sebepten ve olasılıklardan yola çıkarak bir ben kavramından söz etmek imkansız hale geliyor. Hatta kıta ve ülke değiştirmeye gerek yok, şehir değiştirdiğiniz de bile kişilik ve kimlik değişiveriyor. Aile dinamikleri ve ataların izlerini de katarsak işin içinde kum tanesi haline geliyoruz birden. Bütün bu büyüklüğün içinde “büyüklenmek” de pek akıllıca gelmiyor. Bazı klişe cümleler var, evrenin insan için yaratıldığına dair. Bu çok komik geliyor bana. Hatta bazen daha da ileri gidip, tanrı parçacığı olduklarını iddia edenler ile sarılıyor etrafımız. Tanımlanan tanrının parçacığı oluyorsa insan “ki yaratılış hikayesinde meleklerden dünyadan çamur getirmelerini istemiştir.” dünyadaki tüm bu kaosun da sebebi kendisi olmuyor. Yani tüm suç, kendisinde tezahür etmenin yöntemini yanlış seçmiş olan o ilahi güç oluyor.

Özetle biz insan çocukları; “Varoluşsal sancıları ortak, yolculukları ayrı ama günün sonunda farklı enstrümanlarda aynı notalar üzerinde dolaşıp duruyor…” Herkes kendi yaratılış mitindeki kahramanlara öykünerek bir cennete erişmeye çalışıyor fakat bunu yaparken yarattığı cehennemi hiç görmüyor. Dünya üzerindeki yaşama yapılanlardan bahsetmiyorum, insanın insana yaptığını tarifliyorum. Özellikle “sevenlerin sevdiklerine ve sevilenlerin de sevenlere”… Bir anne ve babanın çocuğun, erkeğin sevdiği kadına ve topyekûn insanların hayvanlara yaptıklarını sorguluyorum. Nihayetinde o tümsekli yollarda şekilleniyoruz her birimiz.

Yazıya başladığım paragraf ile geldiğim yer arasındaki uçurumu fark ettiniz mi? Zihin o kadar dolanık ve başına buyruk hareket ediyor ki zapt etmek için ondan daha büyük ve güçlü bir şey gerekiyor değil mi? Aynı bedende iki güç odağı yaşayamadığına göre adına bilinç, ruh, öz artık ne diyorsanız otomatik olarak devre dışı kalıyor. Zihin insan çocuğunun tek gücü ve yöneticisi gibi orada öylece duruyor. Onunla baş edebilme gücümüz var mı peki? Aslında vardı fakat deneyimlerin içinde onu göremiyorduk. Şimdi görüyoruz ama ömrü fena tokatlayıp canını yakmışız, bir anlam ifade etmiyor, ve söylenenler de kifayetsiz kalıyor artık. Böyle bir yolculukta, kendimize çelme takmaktan bitap düşmüş gidiyoruz işte ömrün sonsuzluğuna…

İşin ironisi çarenin de yine zihinde olması. Kalbinle buluş ve zihni dengele diyerek yola çıkan yüzlerce öğreti ile sarılmış durumdayız. Önce akıllı ol, zeki ol, şunu bil, bunu öğren, onu ezberle, şunu oku, bunu da oku, onları da çöz derken zihin bir anda sayısal ve sözel kodlar bütünü haline geliyor. Sonra fark ediyor ki onun bilgeliği, öfkesi, gücü, şiddeti kendisini var ediyor ve o da en iyi bildiği yolda ilerlemeyi seçiyor. İşin içine sahtekarlık, cinayet, hırsızlık gibi negatif şeyler girse de şiir, aşk, sevgi, merhamet, güzellik de girebiliyor.

Peki biz neyi seçmeliyiz. Otomatik olarak gelen yanıt, iyilik, güzellik, sevgi, yardımseverlik, merhamet oluyor. İyi de bunları hedeflerken neden insanların canlarını yakabiliyoruz? En iyi düşünce ve eylemle harekete geçtiğimiz zamanlarda bile karşımızdaki kişi incinebiliyor ve kırılabiliyor.. Hatta acı bile çekiyor. Tam da buraya not düşesim geliyor, “Herkes deneyimleriyle örüntülediği kimliği ile algılıyor, davranışın iyisi kötüsü yok, sadece kendisi var.” Tabi bu tanımın içine şiddeti, narsist davranışları, baskıcı ve egoist tutumları dahil etmiyorum, onlar başlı başına bir kötülük mabedi çünkü. Benim tanımların daha insani boyutlarda seyrüsefer eyleyen duygular ile ilgili.

Özetle, ne yaşıyoruz biz? Neden yaşıyoruz? Yaşama sebebimiz nedir? Coğrafya mı? Zihnimiz mi? Ailemiz mi? Sevdiklerimiz mi? Yoksa bizi sevenler mi? Hepsi birden mi? Hiçbiri mi? Kadersel döngü mü? Astrolojik bir kırılım mı? Derslerimiz mi? Hangisi olursa olsun, olanların içinden güzelliği ve iyiliği doğurabilme gücü diliyorum bana ve bize ve biz gibi olanlara ve olmayanlara. Aşk ile…

 

Dogon Kabilesi hakkında detaylara ; https://www.esquire.com.tr/ilginc/bu-ay-dergide/2018/09/01/ilkel-gorunumlu-alimler-dogon-kabilesi adresinden erişebilirsiniz.

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

1 Yorum

  1. Gülay Şimşek

    Özetle, ne yaşıyoruz biz? Neden yaşıyoruz? Yaşama sebebimiz nedir? Coğrafya mı? Zihnimiz mi? Ailemiz mi? Sevdiklerimiz mi? Yoksa bizi sevenler mi? Hepsi birden mi? Hiçbiri mi? Kadersel döngü mü? Astrolojik bir kırılım mı? Derslerimiz mi? Hangisi olursa olsun, olanların içinden güzelliği ve iyiliği doğurabilme gücü diliyorum bana ve bize ve biz gibi olanlara ve olmayanlara. Aşk ile.
    Harika bir bitiş olmuş kalemine sağlık.
    Ben de o güzelliği, iyiyi, yardımseverliliği doğurabilme gücü yayılsın diyorum hepimize.
    Sevgiler

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir