Ürkütücü biçimde merak uyandıran dükkânın girişinde, “Kılıfçı Dükkânı” yazıyordu. Cesaret edip de içeri girenler, genellikle kulaktan kulağa yayılmış olan söylentiler sonucunda uzun yollardan gelmiş kişiler oluyorlardı. Ancak ne kadar uzak ve uzun yoldan gelmiş olursa olsun; kişinin önyargılarından arınmış olması gerekiyordu eşikten geçebilmek için. Bunun kararını da tabii ki verecek olan kişi dükkan sahibinden başkası değildi.
Siz de tahmin edebilirsiniz ki, insanın önyargılarından arınması hiç de öyle kolay, bir anda olacak bir iş değildir. Zaten alnında da yazmaz. Bu büyük bir savaşçılığın sonucunda ulaşılabilecek bir durum. Yatay düzlemde yaşıyoruz ve hissedilen, iki tarih arasına sıkışmış birer yapılmış varlıklardan ibaret olduğumuz değil mi?
Dükkânın sahibi olan kadını normal hayat içinde gören olmamıştı. Sanki dükkandan dışarı hiç çıkmıyordu. Kimse görmediği için de tanımlanamaz bir kişilik olarak biliniyordu. Kimileri ona “Cadı”, kimileri “Deli” gibi yakıştırmalarda bulunmuş olsalar da bu tanımlamalarını geçerli kılacak hiçbir işaret de yoktu. Söylentiler arasında, dükkanına girmeyi başarabilen kişiye göre de fizik değiştirdiği, her türlü insan ya da hayvan görünümünü alabildiği gibi akla pek olası gelmeyen durumlar da vardı.
Hatta değişik türden konuşan kuşlar, kedi, kurt, sincap, hatta ayı! gibi hayvanların da dükkânda cirit attıkları da iddialar kapsamındaydı. Dolunay geceleri mahallede bir kurt uluması bile duyulduğu rivayet edilirdi. Ve yine bir dolunay gecesine doğru kararıyordu gün.
Eğri oturup doğru konuşalım ya da tam tersini yapalım ki; insan zihni Kılıfçı Dükkanı gibi bir yer aslında. Her şeye işine geldiği biçimde kılıf buluyor.
Beynin haz ve mutluluk merkezinin yaşantımızda alıngaç yaptığı tuzaklar olabiliyor; konforlu, lüks, maddiyat, şehvet odaklı, zihinsel. Tuzaklara kılıf bulmak da yine kendi kusurlu benliğine düştüğü bir tuzak. Bunlar tiranların düşkünlükleri. Savaşçının tonali de büyülü düşselliği de bu tuzaklara düşmez.
Umudun insanoğlunun özgürlüğünün önündeki en büyük engel olduğunu söyleyebiliriz. Ancak; umut ne kadar özgürlük için engelse, umutsuzluk da aynı şekilde engeldir. O yüzden nötr olacaksın. Beklentisiz. Ne optimist, ne pesimist. Enerjiyi serbest bırakmak gerek.
Abartılmış duygusallıkta yaşanan bütün insan duyguları aslında; tüketici, enerji emici varlıkların gıdası olmaktan başka bir işe yaramıyor. Tabii bir de insanı hasta, çaresiz, tutsak bir konumda bırakıyor. Hele ki ruhun duygusallıkla enfekte olduğu arabesk toplumlarda… Kaskatı sertleşmiş, nasır tutmuş bir beden içinde inanılmaz ölçülerde düşkünlükleriyle helak olmuş, bireysellikten bihaber kimlikli meçhuller.
Girişte şöyle bir yazı vardı:
“İdrak benlikten çıkıp, özgürleşmek için geçmen gereken kozmik bir kapı.
Anahtarı ise yine benliğin. Ama yabancı yazılım bilinci tarafından o ya da bu biçimde kendini suçlu hissettirecek biçimde köşeye sıkıştırıldın yıllarca.
Benliğini önemsediğin ölçüde daha derin bir girdap oluştu.
Ve sen sıradanlaştıkça benlik güçlendi. Varoluş nedenin ve bilinçsel niyetin zafiyete uğramıştır artık.
Bu zafiyet sadece sana ait değil. Somut bir yalnızlık içine istilacı zihinlerle birlikte çekildiğin bir yanılgı ve dehşet dünyasına çengellendin.
Bunun farkına vardığında artık çok geçtir. Büyücüler dünyasının görkemli kapısı kapanmıştır. Geçmiş olsun.
Yanıldın. Ve yalnız değilsin. Sil baştan ölene dek aynı döngü.
Huzur ve dinginlik çevresel değil içsel ve soyuttur. İşte idrak etmen gereken bu…
Anahtarın şişti ve delikte sıkıştı. Çilingir bile yok artık.
Hayal dünyanı ve niyetini benliğin ve kişisel önemliliğin ile yıktın… Tezat gördüğün her şey gerçeğin oldu. Dalgalar tsunami.
Madde dünyası seni yuttu. Yabancı bir yazılımın yemi oldun.
Bireysel özgürlük sandığın; bilinen hapishanen ve binlerce sıradan insanla paylaştığın hücren oldu.
Erkini istilacı zihnin gardiyanları gasp etti. Söylemlerde şenlik var. Niyetinden eser yok. Bilinende kaldın. Sıradanlığa yenildin. Ama her şeye uygun bir kılıf var burada Ey İnsanımsı.”
Alacakaranlıkla birlikte dükkânın girişindeki fener yanmıştı. İçeride de mumlar yanıyordu. Kapıda beliren adam yazıya şöyle bir göz gezdirdi. Fazlasına gerek duymadı çünkü bu onun, Kılıfçı Dükkanı’na ilk gelişi değildi. Omuzunda bir karga vardı adamın. Ve kendisi de oldukça yıpranmış giysileri, saçı başı, sakalı birbirine karışmış, kemerli burnuyla adeta pejmürde bir kargaya benziyordu. Kapı önünde kendiliğinden açıldı ve ondan önce omuzundaki karga gaklayarak dükkândan içeri uçtu ve çok güzel görünen dükkan sahibinin omuzuna kondu.
Güzel bir cadı olduğu belli olan kadın, pejmürde misafirine “Dokuz Dünya günü geciktin” diye gülümsedi. Adam bitap bir halde, hiç cevap vermeden yürüyüp, sallanan ahşap sandalyeye oturdu ve cebinden çıkarttığı kanyak şişesini kafasına dikti. Sakin bir sesle “yine beni manipüle ettin ve halime bak” Diye hayıflandı; “kargaya sor bak her şeye şahit. Verdiğin kılıfların hiçbiri uymadı. Yerimde sayıyorum sayın bayan Rüyacı. Dokuz gün geciktim evet çünkü içsel sessizlikte buraya dolunay gecesi gelmem gerektiğini söylediler. İçsel bir itki bu, karşı koyulamaz…!”
Kadın oldukça sinir bozucu alaycı bir kahkaha attı ve “Senin bozukluklarına ve kusurlarına kılıf tutmaması benim suçum değil. Sen sürekli kendi kendini sabote eden bir şapşalsın. Bu kaçıncı gelişin buraya! Ve sanıyorum artık sona ulaştık.” diye gülerek geçiştirdi adamı.
Arkadaki yuvarlak, denizci kamaralarının camlarına benzeyen pencereden sızan dolunay ışığında, içerisi oldukça mistik ve doğaüstü bir görünüm almıştı.
“Fakat, fakat..” dedi adam ama kadın “Bahaneler, bahaneler, bahaneler. Kılıfçıya kılıf satamazsın, bunu unutma” diyerek yine lafını ağzına tıkadı pejmürde kargaya benzeyen adamın. “Tek marifetin yargısızlık konusunda geliştirdiğin strateji ki, bu da zaten sadece derinlere işlemiş kişiliğine hizmet etmekten başka bir işe yaramıyor. Durumun vahim. Ama bu kez sana bir öğreti bilgisi vereceğim. Bunu artık nasıl kullanırsın bilemem. Senin durumundaki ölümcül bir hasta için elimde kalan tek kılıf bu artık.”
“Ben hasta falan değilim” diye bağırdı adam.
“Sen son derecede sıradan bir hayatı, arzu ve şehvet duygularını yaşamak isteyen, ama bunlara sıra dışı bir “kılıf” arayan, oldukça benliğine hapsolmuş birisin maalesef” dedi kadın; “ama biliyorsun senin gibi yığınlarca insan var. Hep o bilinçte. Sana defalarca söyledim; ‘gölgeni sahiplenme, serbest bırak. İşaretleri hep yanlış okuyorsun, akışta olduğun zamanlarda bile hep zihinsel açıklamalarla iz sürüyorsun. Asla ve asla yürek taşımıyor yürüdüğün yollar. Hala alkolde boğuyorsun kendini. Ruhunun mabedine saygın da yok.” diyerek sustu.
Adam çok berbat bir durumda olduğunun farkındaydı ancak ne yapacağını da bilmiyordu.
Onun bu haline gülmeye devam etti Kılıfçı Dükkanı’nın esrarengiz sakini ve dedi ki; “Sosyal medya, alkol ve narsisizm, Gnostik ve Şamanik öğretilerde Arkons ve Uçucular olarak tanımlanan etkilerin modern yansımaları olarak görülebilir. Bu unsurlar, bireylerin bilincini manipüle eder, enerjilerini tüketir ve onları ego ve yanılsama yoluyla yüzeysel bir yaşam döngüsüne hapseder. Ancak, farkındalık geliştirerek ve ruhsal pratiklerle meşgul olarak, bu etkilerden kurtulmak ve özgürleşme yolculuğuna başlamak mümkündür. Sen acıya bağımlı yaşamayı seçiyorsun ve bu yüzden hiçbir zaman özgür olamıyorsun. Kendine acımaktan başka yaptığın hiçbir şey yok. Kendine o kadar çok acıyorsun ki, aklı başında olmayan herkes de sana acıyor. Kendini o kadar fazla açıklıyor ve anlatıyorsun ki, bu gevezeliğin yüzünden de peşinden dolandırıcılar, para ve erkek avcısı sıradan kadınlar, düzenbazlar hiç eksik olmuyorlar. Onların da kılıfları her zaman sevgiyi yarıştırmak üzerine kurulu, tümüyle sahte. Aldanıyorsun ve o yabancı yazılımlı bilinçlerin tuzaklarına düşüyorsun.”
Adam kanyak şişesinden bir yudum daha alarak “ne yapacağım beni ilgilendirir, kılıfımı ver de gideyim” diyerek atarlı atarlı inildedi.
“Acelen mi var? Nereye gidiyorsun? Hem sürekli aynı hataları yaparak doğru sonuç alamayacağını yeterince görüp yaşamadın mı?” diyerek gülümsedi cadı ve karganın gagasına bir öpücük kondurdu.
“Bu artık sanırım son görüşmemiz olacak, seninle. Belki bir idrak oluşmuştur bunca zamandan sonra. Kişiliği böyle yapılanmış olan biri için bütün öğretiler ve her şey arkasına saklanılacak bir araç olmaktan öteye geçemez. Bilinen birçok bilgeliğinin özünü oluşturan “kişisel önemlilik” ten kurtulma disiplini bu tür bir yapılanma söz konusu olduğunda, imkansıza yakın bir çelişkili durumdur. Çünkü bu tür bir benlik, oluşması gereken yaşta oluşmamış olan egosunu sürekli inşaa etmek için uğraşır, kaçtığı şey kapanı haline gelir. Öz sevgisi gelişmesi gerektiği dönemde gelişmemiştir. Kendini sevilmeye değer bulmaz aslında ama önemser. Bu çelişkiyle savaşamadığı için de sürekli hata üstüne hata yapar işte. Başından beri aslında tek kılıf kendi kendine çıkartıp taktığın, takıp çıkarttığın kılıftı. Şimdi izin verirsen, kapıdaki diğer müşterimle ilgilenmek zorundayım” dedi dükkân sahibi.
Adamsa sallanan sandalyede çoktan sızmıştı. Karga uçtu ve adamın omuzuna kondu. Birlikte görünmez oldular.
Dükkan’dan içeri, omuzunda bir kartal olan güzel bir kadın girdi. Bir kurt onlara eşlik etti. Dolunay tüm haşmetiyle geceyi aydınlattı.