Mavi ve kırmızı hap

Tren garında bir kadının etekleri uçuşuyor, perondan ayrılan trenin rüzgârından. Yüzünde terk edilmişliğin hüznü.

Kompartmandaki adamın yüzündeyse doğru olanı yapmış insanların yüzündeki gururlu bakış var. Kendinden emin. Sadece eskimiş deri valizini yanında götürdüğünü zannederken. Halbuki kadının geleceğe dair tüm umutları var o valizde. Hayalleri. Yaşama ve erkeklere dair güveni. Kadın ve yuva olma isteği. Haklı çıkma isteği. Daha kadının bile bilmediği bir sürü şey.

Mavi ve kırmızı hap

Adam kendi peronunda indi. Hayatına devam etti. Kadının ruhunun bir kısmı peronda kaldı. Hayatının merkezine oturtmuştu o adamı ve kendini silmişti. Sahi ilk ne zaman sevmişti ne zaman aşık olmuştu ona? Adamın valizine iliştiriverdiklerini ne zaman takmıştı adamın boynuna, bileklerine, ayaklarına? Sahi ne zaman? Onu ilk sahildeki çay bahçesinde görmüştü. Arkadaşları ona çok yakıştırmıştı. O yaz arkadaşlarının hepsinin sevgilisi vardı. Adam da ona ilgili gibi duruyordu. Eh, o zaman tamamdı. Kendine hiç sormadı ben ne istiyorum gerçekte? Bu adam nasıl biri? Ben bir ilişkiye hazır mıyım? Beklentilerim neler ve hatta ne kadar gerçekçi? Falan filan… Soramazdı. Çünkü kendini tanımıyordu. Çok az insan tanıyordu ve gerçekte karşısındaki adamın nasıl birisi olduğunu tek bakışta anlayamazdı. Ama sınav bu ya hayat hep buradan sorardı. Biri tanrının sınav sorularını çalsa hepsinde bu soru çıkardı.

Kadın eğitimliydi. İş hayatında başarılıydı. Çözemediği problem yoktu. Ama kendisini hiç çözemedi. Başka ilişkileri de oldu. Hepsi o adama benziyordu. Onlarla da olmadı. Kader dedi, hepsi aynı dedi, millet dedikodumu yapmaya başladı dedi, sosyal yaşama tam anlamıyla katılabilmem için birinin karısı olmam lazım dedi ve o adamlardan biri ile evlendi.

Sonra mı? Sonra sonsuza kadar mutsuz yaşadılar. 

Neden mi?

Çünkü insan kendine karşı objektif olamaz, kendini tanıyamaz, öyle ki isteklerinin kendi istekleri olup olmadığını, davranış biçiminin kendine ait olup olmadığını bile bilemez. İstedikleri gerçekleştiğinde ne olacağını dahi bilmez. Ta ki yaşamın karanlık ve ıssız sokaklarında kendisiyle karşılaşana kadar. Gelecek planı yapmaz. Kariyer planı yapar. Seçimlerini çoğunlukla kendisi yapmadığı için sonuçlarının suçlusu da başkalarıdır. Başkalarını dinler hep. Sorumluluk almak zordur ve öğretilmemiştir. Kurban rolünü çok seven bir coğrafyada doğmuşsanız eğer zaten bu kaçınılmazdır. Ama o başkaları zaten hayatta çuvallamış insanlardır. Evliliği iyi gitmeyenler evlilik tüyosu dağıtır her yerde. Bu tüyolarla kendini iyileştirmeye çalışır diğerleri. Belki en çok kendilerinden korktukları için. İstekleri topluma uymazsa, ayıplanırsa, ya başaramazsa. Tutunur başkalarına. İşte eğer bir matriks varsa budur. Bundan çıkamazsınız. Çıkmak için gerekli mavi ve kırmızı hap başkasının elindeyse yine çıkamazsınız.

 

Ve….

Bugünün geleceği inşa ettiğini ve geçmişin de bugünü inşa ettiğini biliyoruz, çok derin boşluk ve mutsuzluk yaşıyoruz ve geleceği değiştirmek için hiçbir çabamız yok hatta fikrimiz de… Yapabildiğimiz en iyi şey başkalarını suçlamak

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir