Gel seninle bir yolculuğa çıkalım. İnsanın yolculuğu. Bir bebek doğsun mesela…
Ya da dur doğmasın. Küçük, korumasız, bakıma muhtaç bir varlık değil mi doğan? Yok, onun öyle olduğuna bakma. Bak doğmadan bir haltlar karıştırıyor geldiği yerde. Bunları şunları öğrencem diye planlar yapıyor. Aaaa öyle deme deme. Bizim dinimizde öyle şey yok deme. Orada da Rabbi ile ahitleşen ruhlar var mesela. Var bir şeyler yani. Hiç öyle kızma kaynana, eltine filan ortalık karıştırıyor diye daha senin doğmamış halin ortalık karıştırmaya başlıyor. Kırılma kırılma. Senin dediysem lafın gelişi hepimizin….
Sonracığıma bazı inanışlara ve hatta çalışmalara göre anne karnına düşmeden dokuz ay önce (proje dönemi) gelip buradan bilgi topluyor. Yaaaa…
Tam böyle anne karnına düşecek, düştüğüm yerden bir avuç toprakla kalkarım kafasıyla uzanıveriyor halının altına süpürülmüş atalarının dertlerine… Ondan da bir avuç… O mini mini hep ıslak parmaklarının aralarına toz, gümbür hep onlar belki. Sıkar avucunu bırakmaz onları ya. Ohhhhh!
Anne karnına düşer düşmez kulağı dikip dinliyor dışarıda olup biteni. Anne baba ne konuşmuş gizli gizli? Yok duygu durumları nelermiş? Kendinden önce annesi düşük mü yapmış, kayıp mı yaşamış? Daha bir sürü bilmem ne…
Gördün mü sen yer cücesini daha doğmadı. Kavimler göçüne katılacak sanki, bir sürü bavulla geliyor senin ki. Bizim komşu gibi dinledi ortalığı ama bakalım neyi anladı neyi uydurdu? Muamma…
Sonra doğdu senin ki. Sezaryen mi, normal mi, erken mi doğdu, geç mi kaldı, doğarken olmadık şeyler mi yaşadı, yok efendim onu kimler karşıladı? Hep sorun.
Bebekliği nasıl geçti, sevildi mi? Nasıl bir çocukluk geçirdi? Cinsiyet ayrımı yapıldı mı? Kendini gerçekleştirebilmesi için gerekli alan sağlandı mı? Mutlu oldu mu? Neler yaşadı?
Aaaaa! Öyle deme! Hepimiz iyi ya da kötü bir şeyler yaşadık ne olacak deme! Hiç yeteneğinin ne ya da neler olduğunu merak etti mi ailen? Eskiden öyle şeyler yoktu deme. Şimdi var mı? Yoksa ebeveynlerin sözüm ona yeteneklerini öğrenmeye çalışırken kendi endişelerini de mi getiriyor beraberinde? İnançları, ön yargıları, gelecek korkuları, kendi hayalleri hepsi yok mu o ortamda? Mübarek aşiret, kız isteme töreni. Bir kalabalık ortalık bir kalabalık. Öyle hoş öyle hoş.
Okul başlıyor sonra gelsin akran zorbalığı, öğretmenlerin görüş, öneri, ön yargı ve bazıların konudan habersizliği. Okulun kuralları, sınıf anneleri, kıyaslamalar vs vs
Sınavlar… Ödevler… Başarısızlık ve yetersizlik korkuları, şanssızsanız ruhsal ya da bedensel şiddet, istismar…
Gelirken getirdikleri ayaklarında pranga, yüklendikleri kollarında ağırlık, dış etkenler şiddetli yağmur, yol engebeli, çukurlu vs. Hadi bakalım yol alabilirsen al. Bazen hayatta kalmak mümkün değilken kişinin kendini tanıması mümkün mü? Şu temizlik robotlarının sınırları belirlemesi gibi. Ama daha şanssız insan yavrusu. Sınıra mı geldin, biri oradan hırlıyor, diğeri beri taraftan bağırıyor, belki okkalı bir tokattan nasibini alıyor. Öyle büyüyor. Sonra iş hayatı, evlilik hayatı. Patron iş arkadaşı, kayın bilmem ne?
İçindeki tohumları görmek mümkün oluyor mu? Yeşertip büyütmek? Diyelim yeşertti. Birisi gelip hiç kırmayacak mı? Kendini, gücünü, yapabileceklerini hiç bilmeden yitip gidiyor onca can. Onlara biçilen hayata razı gelip boşuna ömür geçiriyorlar. Halbuki sayısız yetenekle doğuyor insan evladı. En çok da inançlarına yeniliyor. Bir bukağı gibi geçiriyor kendi boynuna. Yapamam, günah, millet ne der? Hep bunlar yüzünden çorak kaldı dünyası. Az biraz güzelleştireni kınadı, ötekileştirdi, düşman bildi. Peki sırf bu yüzden gezegeni de kendi dünyalarına benzetmeye çalışmalarına ne demeli?
Tüm bunlar yetmedi. Ruh hastalığını deneyimlemek istedi. Süper güçler geliştirdi. Çoklu kişilik bozukluğu gibi mesela. Donanımını bu yönde kullanmayı seçiyor.
Fanteziler, romantizm vs ile açık hava akıl hastanesine çevirdiği dünyaya güzellemeler düzüyor. Hiç olmak, Kendini kendinde kaybetmek. Hiç olmadın ki, hiç bulamadın ki, hiç kendini tanımadın ki insanoğlu…
Üzdüm mü seni? Bir daha benimle yola çıkmak istemezsin belki. Ama maalesef gerçek bu hepimiz kendi yalanımızın içinde yaşıyoruz.
Haritasını kaybetmiş insanlar yürüdüğü yolun gerçekliğine o kadar çok alışıyor ki onu salt gerçeklik zannediyor. Böyle olunca davetleri görmezden geliyor, yeni bilgiyi yabancılıyor, kendi öyküsündeki kurban rolünü benimsiyor ve oradan yaşam bulmaya çalışıyor. Bu yolculukta, haritasının farkında olanların birbirini bulup destek olması gerekiyor. diğer bütün çabalar nafile kılınan ibadetler gibi oluyor. Teşekkür ederim Elif