Şefkat, eksik kaldığımız şey

İçimdeki güzellikleri açığa çıkaran insanları, hayvanları, bitkileri seviyorum. İçimdeki çirkinlikler? Onlar da başka bir konu. Olmadıklarını iddia edemem; bununla birlikte ben sadece güzellerin sevilmeyi hak ettiğini de söyleyemem.

Herkes sevilmeyi, sevmeyi hak eder. O yüzden varsın çirkinliklerim de ortalığa saçılsın. Onları görenler benden uzaklaşsın. Güzel olduğum için değil, ben olduğum için benimle olan değil midir beni hak eden? Hep güzel olmanın peşine düşersem, onları nasıl ayırt edebilirim ki ben?

Şefkat ne eksik kaldığımız şeyÇirkin kabul edilenlerin, özgün olduklarına inanırım. Tanrının paletinde renk mi kalmadı da arada bir işler çığırından çıktı. Her sanatı herkes anlamaz. Basit cümleler sevilir. Daha çok sevilir. Biraz kekremsi bir tatla ovduğunuzda, hemen yüzü ekşir. Kimi asla der, kimiyse “sulugöz” sever. Önce yüzü ekşir, sonra tatlı tatlı çiğner. Ben sevenlerdenim.

Şefkat ne eksik kaldığımız şey! Böyle bir ders de yoktu ki okulda! Olsa kesin çok çalışır, en yüksek notu almadan peşini bırakmazdım. Lise müfredatına koymuş olsalardı da en azından öğretmeni dinler, yazılı öncesi aldığım notları gözden geçirirdim.

Ne çok geç kalıyoruz kendimize! Yetişelim derken birilerine! Kırılıyor düşlerimiz incindiğimiz yerlerde. Halbuki söylenenler bize değil, bizim de içinde olduğumuz bir oyunun kendisine!

Ebe, sobe… Sobele beni de! Dokunuşunu hissetmek, dokunamamanın büyüttüğü özlemleri alıp götürür yine! Büyüt beni, temassızlığın denizlerinde. Hani dokunmaktan başka çare bırakmıyor ya tekrar tekrar kendime! Özlediğimin ne olduğunu hatırlıyorum. Gözyaşlarım ansızın yağan yağmur gibi sarılıyor bana, çekerken ıslak dudaklarının huzur veren tadını içime…

Uslu durmadığım için gülümsüyorum anneme, o da gülse belki güneş doğar yine bu şehre… Uzak değiliz ki birbirimize…

Yazar Hakkında

25 Şubat 1989’da fırtınalı bir gecede dünyaya gelmişim. Üç gece ha doğdum ha doğacağım diye hastane yollarını teptirmişim. En nihayet emin olup yeryüzüne inmişim. Fırtınayı hep sevdim, sağlamcılıktan da vazgeçmedim. Lise zamanlarına kadar epey inek bir öğrenciydim. Harçlıklarımla yeni test kitapları alır, test çözerken şarkılar söylerdim. Bir müddet babaannemlerle yaşamıştım. Babaannemin bu değişik çalışma biçimime olan şaşkınlığını hissederdim. Çalışmayı hep sevdim, kendi yönetmlerimle bunu yapmayı daha çok sevdim. Fen lisesini kazanmıştım. ‘’ Bu öğretmenler beni değil notlarımı seviyor! ‘’ diye fabrikatör kızıyla fakir ama gururlu delikanlıyı andırır bir duygu krizi yaşamıştım. Bu benim için dönüm noktasıydı. Artık daha az çalışıp daha çok yaşıyordum. Rehber öğretmenimle düzenli görüşmelerim oluyordu. Kendimi sosyal çalışmalara verdim. Fen lisesinde bunu( şiir dinletisi, tiyatro ) yapmaya kalkınca biraz ortalık karışmıştı. İTÜ Mimarlık fakültesi Şehir ve Bölge Planlaması bölümünü kazandım. Konservatuvar istiyordum. Üç sene boyunca her aralık ayında okulu bırakıp konservatuvar sınavlarına hazırlandım, olmayınca geri döndüm ve en nihayet ‘’ Her şeye rağmen bırakıyorum! ‘’ deyip yarı zamanlı, özel bir konservatuvara kaydım olmuş buldum kendimi! Bu zaman zarfında part- time bir fast food firmasında kasiyer olarak( bir buçuk yıl ) ve ardından bir kafede falcı olarak( üç buçuk yıl ) çalıştım. Açıköğretimden sosyoloji bölümüne kaydımı yaptırdım. Son sınıftayım. Üç aylığına Antalya’ya gidip iki buçuk sene orada yaşadım ve birçok ruhsal eğitim( Reiki Master, EFT( Duygusal Özgürleşme Teknikleri ), Şamanik rüya, Yaşam koçluğu, Meditasyon… ) alarak kendi derinliklerime bir yolculuğa çıktım. Deneyimlediğim Tarotu yeni bir bakışla yorumladım ve ona, bünyesinde barındırdığı numeroloji ile astrolojinin inceliklerini kattım. Şimdi yazıyorum, aslında okuyorum ve bunu seviyorum. Sizi seviyorum, Hüseyin Akdağ

Benzer yazılar

Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Inline Feedbacks
View all comments
0
Would love your thoughts, please comment.x