Site icon Yuvaya Yolculuk Dergisi

Sevgi, öğrenilen bir şey midir?

İnsan çocuğu sevgiyi ne zaman öğrenir? Yok yok doğru soru bu değil, sevgiyi nasıl öğrenir? Bu da olmadı… Sevgi, öğrenilen bir şey midir? Yoksa insan çocuğunun bir hakikati midir? Öyle paldır küldür sevebilir mi her şeyi? Yoksa sevebileceği şeyleri mi anlamlı kılar yaşamında? Zor muydu sevmek? Kolay mıydı? Eğer kolaysa sevmek, bu kadar şiddet ve kavgaya ne hacet, Zor ise neden yeltenir sevmeye insan çocuğuAnlam yüklemek sevgiyi değerli mi kılar yoksa değersiz mi? Sevgi bir değer almak zorunda mı? Değilse neden, bana itaat edersen ve teslim olursan severim diyor tanrı ya da anne ve baba hatta sevgili? Hani inanç sadece sevgiydi? Hani tanrı sadece sevgiydi? O sevgiyse, neden annenin karnını deşerek sokağa dökülür bir çocuğun bedeni? Bir çocuk neden peşkeş çekilir sakalı göbeğinde olan bir puşta? Ben mi sevgiyi yanlış öğrendim, ağaçlardan? Yoksa sevgi, sevdiğini sokak ortasında vuran adamın yüreğindeki o karanlık mıydı?

Ben, bana sevgiyi kaç dilde anlatabilirdi ki? Maddeye, bedene, hırsa, kalbe, egoya, ilahi olan hangisine duyduğum sevgi, beni sevdiğim şey yapabildi? Her biri ben sevdikçe ve değer verdikçe çoğaldı ve ben susup geri çekildikçe azaldı. Hani sevgi kocamandı ve her şeyi sarıp sarmalardı, neden bende durağanlaşınca durur ki sevgi. Ben mi çoğaltmalıyım sekoya ağacının o devasa bedeninde karınca yuvalarını ya da zeytin ağacının gövdesine sokulup içten içe eritmeliyim o kutsal mabedin görkemini.

Yıldızları seversin mesela, karanlıktaysan çoğalırlar ve dağların yamaçlarına yıldızlar dökülmüş der gülümsersin. Sabah olur güneş savruk bir edayla çıkar zirveden ve yıldızlar sınırları geçmiş kaçaklar gibi gizlenirler Platon’un mağarasında. Işığı gören ile karanlığa sevdalı gözler arasında seyreltir kendisini Nietzsche… Sevme sanatı der Erich Fromm ve çabayı anlatır. Sevgi çaba gerektirmemeli der bir başka derviş. Sevgi bir haldir ve hal olan hakikattir ve hakikat olan dört kapının en sonuncusudur. Marifettir yani sevgi ve sevginin a, b, c, d hatta z halidir her varlığın bedenine uyar. Kediyle kedi olur, köpekle köpek. Aslanla aslan ve ağaçla ağaç. Böceği hor görme, sevgi varoluşun her zerresine zerk etmiş kendisini görebilene değil teslim olana aşikar eder kendisini. 40 yıl hizmet etmene destur vermez sevgi. O sadece “Ol” diyenlerin yüreğindeki pınardan akan su gibidir. Biliyorsun, su damladan ibarettir ve damla ayırmaz varlığın bütününden kendisini. Salıverir gökyüzünden sağanak sağanak ıslatır değdiği her bir ruhu ve bedeni. Çoğalır, çimenin gövdesinde, yârin yanağında, ağacın yaprağında, kuşun kanadında. İnsan kaçsa da ıslanmanın kudretinden, damla ne yapar eder bir kapıdan girer o hayattan kendisini çalmaya çalışan hırsızın bedenine…

Bir doğum olur, ortaya üç kimlik çıkar ve hepsi sevgiye dark olur. Anne olur emzirir, baba olur sarıp sarmalar, çocuk olur gülümser ve umut verir. Her can bir başka candan alacaklı olur sevgiyi. Karanlığa hükmeden tüm duygular lal olur ve teslim eder kendisinde topladığı tüm düş kırıklıklarını. Bilinmez bir deryada evirilir insan. Kimi tanrısına dua eder, kimi inandığı yolun erenine… Kimi kurban eder benliğini, kimi de kurban ister sevgisine ve dile gelir, “ispatla bana sevgini ey insan çocuğu, ispatla ki sana cenneti vereyim“ Sevgiye karşı cennet, cennete karşı sevgi der düşünür insan. Cenneti var etmek için mi sevgiyi vermeliyim, sevdiğim için mi cennet var olmalı? Diyerek düşer yola… Varır; hal bilir, yol bilir, aşk bilir pirin yanında ve sorar, “Ey pirim nedir hakikati sevginin, tanrı mıdır sevgiyi var eden? Sevgi midir tanrı olan?” Pir susar ve lal olur, apansız kapısını çalan bu meczubun sözlerine. Kırk yıldır arar sevgiyi dergahın çilehanesinde, soramaz sırrına eremediği hakikatin sahibine, “sevgi nedir?” diye. Meczubun sözüne yenik düşer bir damla gözyaşı verir yanıtsız kalışına… Düşer yollara Mecnun misali arar tarifsiz kaldığı sevgiyi.

Bir deli görürüm ruhumun en ücra köşesine hapsetmiş kendini, bir çocuğu hissederim kalbimle dilim arasında sıkışmış halde. Pir kapımı çalar, sorar bana “sevgi nedir?” diye. İçeriden bir çocuk ile bir deli bağırır, “sevgi boşluktur ve sınırsızlıktır”… Sevgi boşluk ve sınırsızlıktır.. Pir gülümser boşluğa doldurduğu tanrısının da sevgi oluşuna ya da boşluğa tanrı deyişine. Sınırsızlıkta aramaz manayı bilir ki sınırsız olan şey sevgiydi ve sevgi denen şey ise tanrıydı, çocuktu, deliydi, kediydi, aslandı, kuzuydu, kurttu, köpekti, meşe ağacıydı, çınar dalıydı, tarlaya düşen tezekti, çiçeğe konan arıydı, tarlayı süren öküzdü, leşi yiyen akbabaydı, nehri geçmeye çalışan geyikti ve o geyiğe saldıran timsahtı. Sevgi varoluştu ana sevgi insan değildi. O, yani insan kırmızı horozlu şekeri çocuğa gülümsemesi karşılığında veren bir tüccardı. Kadından hoşluk ve güzellik bekleyen bir sanatçıydı, parasıyla rüştünü ispatlamaya çalışan bir narsistti, kitabı çıkmamış ama adının başına yazar diye eklenti koyan bir çocuktu. Olgunlaşmamış bir meyveydi ve korkusundan kapanan bir küstüm çiçeğiydi.

Sevgi, insan çocuğunun elinde bir korku ve tehdit aracıydı, çok seversen kalptendi, az seversen candandı… Yoksa az veren candan, çok veren maldan mıydı? Her ne olursa olsun, insan için sevmek ticari ilişkilerde kullandığı “defteri kebir” miydi? Yevmiyeyle çalışan işçinin akşam mesaisinde ödenen ücreti miydi sevgi? Yoksa o delinin dediği gibi, Sevgi; boşluk ve sınırsız olan mıydı?

Varın içinizdeki deli ile çocuğa sorun, “sevgi neydi?” diye, herkesin hakikati ve sözlüğü kadar dile gelir sevginin tanımı ve herkesin bildiği kadar akar sevgi…
Beni sevdiğin kadar yabancısın ve kendini sevdiğin kadar tanıdıksın sevgiye.
Ya da
Beni sevdiğin kadar tanıdıksın ve kendini sevdiğin kadar yabancısın sevgiye.

Ve

Ne sen varsın ne de ben masalındaki bizsizliğe inanmadan sesleniyorum, sevgiyi tanımlamaya çalışan sana.
Sevgi, sen her ne isen ondan başka bir şey değil….
Ve sevgi, üretilen, çoğaltılan, artan, eksilen, sermayeye dönen, yatırım getirisi olan duygu yumağı hiç değil…
Sevgi, varoluşun içindeki kocaman boşluk ve sınırsız bir haldir. İnanırsan, yaşarsan ve bilirsen…

Exit mobile version