Bu dünyada az zamanımız kaldığı düşüncesi doğru mu?
Değil mi?
Hayatı sonsuz devinimde işleyen bir çark olarak tanımlıyor birçok öğreti. Yarını değil, bugünü de değil ve aslına bakarsan an denen o şeyi de değil, bambaşka bir hali yaşamaya davet ediyor hepsi… Tanımların içinde tüm zaman ve mekanlar var. Bu yüzden aklım biraz karışık fakat doğruyu bulma konusunda da sınırlarımı zorlamayı seçiyorum.
Doğru ne? diye soruyorum, on binlerce yanıt alabiliyorum. Aynı konuda bir sürü doğru tanımı ortaya koyabiliyor insan… Bu yüzden çoğu zaman doğru ya da yanlış olduğunu düşünmediği hamleler yapıyor ve üzdüğünü kırdığını fark etmiyor İnsan Çocuğu. İşin ilginç yanı zaman her şeyin ilacı deyip, hatta zaman aşımına uğratıp yaptıklarını ya da yaşadıklarını da unutmayı ya da yok saymayı seviyor. Delilik değil mi bu?
Doğrular, düşünceler, hikayeler, zanlar, belirtili isim tamlamaları, zaman edatları ve belirtisiz tümleçler ve gizli özneler… Düşünün, ortada bir kuyu var ve içinde de su… Biri taş atıyor, taş suya dokununca ses çıkıyor, kuyu onu çoğaltıyor ve gürleştiriyor. Taşı atan ise istediği sesi duyuyor… Hangisinin gerçekliği ya da deneyimi önemli çok da ölçülesi bir durum değil. Ama her birinin özüne inince, su sesi kendisini çıkardığını söyleyebilir, taş da öyle, kuyu ve taşı atan da… Hepsi birlikte oradalar ama ortaya çıkan şeyin yani ses’in kendisi anlamlı olmasına rağmen anlamsızca duruyor. Herkesin ben yaptım oldu dediği şey “O” ama yapanların sahip çıktığı sanrılar yüzünden en anlamsız ve değersiz olan şey de “O”.
Varlığımızın ses olabildiği ve kendini ifade etmeye gayret gösterdiği bu hayatın içinde eylemlerin sahipleri olduklarını iddia edenler her daim baskıcı olmuşlardır. O sesi çıkartanlar kendilerini hep haklı görmeye devam ettiler ve edecekler… Bazen bu yaptıkları şeylerin doğru olup olmadığını düşünmeyecek kadar bilgisizler. Taşın suya düşmesinde ne taş ne de su hatta kuyu sorumlu. Tüm hikaye oraya taşı atan insanın hikayesi belki de… Sma sonuç bütünsel bir hale bürünüyor ve herkes hak iddia ediyor, ses üzerinde…
Ses, burada kimliğimiz olabilir, sevgimiz olabilir, neşemiz hatta mutluluğumuz olabilir. Her biri birilerinin hükmünde ve eyleminde şekillendiği için onlar buradan en büyük payı kendilerine çıkartmayı vazife biliyorlar. Biraz narsizm biraz bencillik ve biraz da egoizm içerse de kurban kimliğiyle orada bulunan için açıkçası acıdan başka bir şey açığa çıkmıyor.
Herkes seni suçlayıp çıkan sesin sorumluluğunu al diyor. Su, taş, kuyu masumiyetini ispatlama derdine düşüyor, taşı atan sadece meraktan ya da göründüğü kadar derin mi acaba diye baktığını söylüyor, kapıyı çalan içeride biri var mıydı onu öğrenmek istiyor. Kimileri olayı daha üst boyuta taşıyıp ona tanrısal bir kimlik kazandırıp konuyu direkt olarak tanrıya havale ediyor. O istedi ve yaprak kıpırdadı işte… Bazen de “senin bu hayattaki seçimin buydu, deneyimlemeye geldin, tadını çıkar” diyorlar. Dünyada zaman lineer bir boyutta işleniyorsa geçmiş ve gelecek yoksa aslında an da yoktur. Çünkü o hem geçmişin hem de geleceğim mikro ölçekteki yansımasından başka bir şey değil. Atomun parçalarını keşfe çıkan insanın, teknoloji geliştikçe daha küçük bir parçaya erişip onun sırrını çözmeye çalışması gibi bir hal alıyor. An’ın içinde tecelli eden yüz milyarlarca harekete maruz kalıyorsun. Bedenindeki tüm hücreler devinim halinde ve onlardan habersizsin. Doğruların, yanlışların, hesaplamaların, beklentilerin, duyguların her birinde başka bir şekilde açığa çıkıyor. Düşünsenize duygularınızın türüne göre bedeninizin salgıladığı onlarca salgı var. Her biri kendi doğrusunu tezahür ettirme derdinde ve onun için çabalıyor. Senin an diye tanımladığın şeyin içinde bir sürü başka anda başka şeyler de ortaya çıkıyor. Taşı atanı merak etmeye başlıyorsunuz ve aslında su olduğunuzun da farkında değilsiniz.
İkilikler tekliğe dönmüyor çünkü, fikir var, düşünce var, zihin var, kalp var, bilgi var, taş var, su var, kuyu var ve onları gören sen var… Zamanı; sıcak bir sobanın yanında geçen beş dakika ile sevgilinin yanında geçen beş dakika ile aynı olmadığını ifade ederek tanımlayan bilge, her şeyin an içinde olduğunu iddia eden bilgeye gülümseyerek bakar ve kuyuya bir taş daha atar… Her birimiz kendi hikayemizde taş, su, kuyu, ses, kişi olabiliyoruz ve bu rolleri çevremizdeki insanların hayatlarında da oynayabiliyoruz. Kendi hayatında su olan bir başkasında taşa dönüşebiliyor. Doğrusu ve yanlışı olmayan garip bir hikayedir insan çocuğunun yaşam yolculuğu. Bu yüzden mutsuzluk değil mutluluk ve huzur çoğaltacağınız bir yarına odaklanın ne taş olun, ne su olun, ne ses olun ne de taşı atan insan… O kuyuyu aydınlatan ışık, suya rengini veren gökyüzü, kuyuyu dolduran yağmur damlası da olabilirsiniz. Yol uzun deneyimler de açlığımız ve tokluğumuz kadar bize yakın ya da uzaktalar. Keyfini süreceğiniz bir yolculukta, güzel insanlara ve deneyimlere denk gelmeniz dileğiyle…