ER il ve Dİ şil’den
ERDİ‘ye
doğru
Son yıllarda sıkça duyduğumuz bir sözcük: Dualite…
Ya da Tasavvuf’taki manasıyla ikilik.
Dualite; üç boyutlu (madde, zaman, mekan) dünyamızda her şeyin zıddıyla var olması demek kısaca. Gece-gündüz, aydınlık-karanlık, iyi-kötü, güzel-çirkin, haklı-haksız gibi…
Aslında yaratılışımızın en büyük zıtlığı cinsiyetlerimiz değil mi?
Kadın ya da erkek olarak dünyaya gelmek. Bu geçici bedenleri kullanarak böyle var olmayı seçmek… Geçici bir ailede, geçici çevre, geçici zaman, geçici mekan, geçici kimlik ve cinsiyetlerle deneyimlemek bu gezegeni…
Hepsinin geçici olduğunu tamamen unutup, fazlasıyla ciddiye almak kimlikleri, zıtlıkları.
Toplumsal roller yaratıp, o sınırların içinde hapsetmek kendini.
Her kötünün içinde iyilik, her iyinin içinde de kötülük olduğunu unutarak, kutuplar yaratmak.
Hepimizin içinde hem kadın, hem de erkek enerji olduğunu unuttuğumuz gibi.
Fakat yüzyıllardır kimliklerimizin içine öyle hapsolmuşuz, onları öyle belirgin sınırlarla ayırmışız ki, içimizde diğer cinse ait olan bir şeyi taşıdığımızı bilmek bile istemiyoruz.
Bu yeni bir bilgi değil. Uzakdoğu öğretilerinde Yin (Dişil) ve Yang (Eril) yönlerin insanda ve evrenin tüm yapısında olduğu yüzyıllardır söylenirken, batı dünyası Carl Gustav Jung zamanına kadar bunu dillendirmemişti. Jung; her erkekte feminen taraf (anima), kadında da maskulen taraf (animus) olduğunu söyleyerek hatırlatmıştı bu kadim bilgiyi yeniden.
Nedir bu içimizde taşıdığımız iki ayrı enerji?
Dişil taraf; kişinin sezgisel yanını ifade eder. İçimizdeki bilgeyi bu enerjiyle örtüştürebiliriz. Bu enerji bizle iletişimini sezgiler, hisler, öngörüler, rüyalar aracılığıyla kurmaya çalışır. Evrenselliğe açılan kapı bu enerjinin kontrolündedir. Eril enerji ise bizi harekete ve eyleme geçiren yanımızdır.
Her iki enerji birlikte bütünü oluşturur, bütüne hizmet ederler. Tasavvufi anlatırsak eğer; ikilikten “bir”liğe geçiş kapısıdır bu ikisini dengelemek, ikisini barıştırmak ve hatta ikisinin de ötesine geçmek.
Bir yaratım süreci düşünelim. Önce fikir ortaya çıkar, (dişil enerji) ardından eylemin katkısıyla (eril enerji) eser oluşur.
Besteci bir müzik eseri yazmak istediğinde önce müziğin tınıları içsel olarak belirir, ardından eserin notalara dökülüp çalınması gerçekleşir.
Fikir olmadan eylem, eylem olmadan yaratım olamaz.
Kadın tarafımız hisseder, hayal eder, tasarlar, erkek tarafımız gerçekleştirir.
Ne yazık ki, içimizdeki bu iki enerjiyi bir denge içinde var etmeyi beceremedik nicedir. Erkek içindeki sezgisel yanı ya dinlemedi ya da kontrol altına almaya çalıştı sürekli. Eğer dinlerse duygusal davranıyor olmaktan ya da böyle anılmaktan korktu belki. Bu yüzden çoğu zaman, toplumdaki dişil yanın, baskı altında tutulmasına hizmet etti ister istemez.
Kadın ise bu erkek egemen toplumda ayakta kalabilmek için dişil tarafını baskılayıp, kendi erkek enerjisini ön plana geçirmek için didindi durdu.
Giderek değişen dünya düzeni, dişili bastırılmış, erili patlatılmış, kadınlar ve erkekler yarattı böylece.
Ta ki; eril enerjinin rekabet tuzağında şaşkına dönen kadın, varoluşun ona bonkörce bahşettiği sezgilerine kulak tıkayacak hale gelene dek… Merhametini ve o eşsiz sevgi dilini unutana dek.. Dişiliğini, yaratıcılığını, uyum gösteren, kucaklayan, sezen, birleştiren tarafını bastırmak zorunda kalan kadın; yaratan, besleyen ve ifade eden organlarını gücendirdi sonunda.
Bu arada dişilini küstürmüş, erilini tavan yapmış erkeğin durumu da pek iç açıcı değildi. Onun da dengesi alt üst, hali haraptı.Yarışa kaptırdı kendini, bazen iştahla, bazen kendini zorunlu sanarak. Toplumun ona yüklediği pek çok sorumluluktan bitap düştü. Dengesi şaştı. Halbuki onda da vardı şifalı dişil enerji. O da; seven, sezen, anlayan, uyum gösteren, o kucaklayıcı, birleştirici tarafını görmezden geldi uzun zaman. Ve sonunda yok etti. Eril’ini besledikçe besledi. Dişil’ini unuttu, Dişil’ini uyuttu.
Bütün bunlar artık değişimin eşiğinde. Tabular yıkılıyor, her şey değişiyor.
Şimdiye kadar dünya erkek enerji egemenliğindeyken, son yıllarda kadın enerjisinin yükselişine tanık oluyoruz. Daha önce hiç konuşulamayan konular gündeme geliyor, yaratıcı yönümüzün değerini daha çok biliyoruz, aile yapısı tamamen değişiyor, erkek duygusallığından bahsediliyor.
Dişil enerjinin yeniden varlığını hatırladığı ve yükselişe geçtiği zamanları yaşıyoruz. Enerji döngüsünü tamamladı ve çember kapandı kanımca. Hatta artık eski devirlerdeki gibi anaerkil bir düzende yaşanmasına da ihtiyaç yok.. Çünkü; birinin diğerinin önüne geçmesi, tekrar dengesizlik yaratacaktır kuşkusuz. Onun yerine, ne kadının, ne de erkeğin birbirine üstünlüğü olmayan bir düzen kurulmakta.
Eğer artık sevgiyle ve bir arada, barış, güven, paylaşım ve huzur içinde bir yaşam düşlüyorsak, bunu zıtlığın bir ucunu şişirip, diğerini görmezden gelerek değil, iki kutbu ahenkle merkezde birleştirerek yapabileceğimizi, anlamak zorunda olduğumuz, zamanlara geldik hep birlikte..
Şimdi o küskün enerjiyi, derin uykusundan uyandırma zamanı. Şimdi iki kutbu dengeleme ve dişil enerjimizden af dileme zamanı.
En iyi rehberimizin iç sesimiz olduğunu hatırlayarak ve onu artık daha çok dinleyerek…
Şimdi denge ve uyum zamanı. Önce kendi bedenimizden ve ruhumuzdan başlayarak…
Yeni toplumsal gerçekliğimize, kendi içimizde zaten var olan, her iki cins enerjinin (eril ve dişil) dengelendiği bir iç yapı oluşturup, güvenle yürüyebilmek şimdi çok değerli.
Bu yapının ilk adımı kendini sevmekle başlar. Kendini olduğu gibi kabul etmekle.
Kendini olduğu gibi kabul eden, herkesi olduğu gibi kabul eder. Cinsiyetini, kimliğini, bildiklerini, bilmediklerini, olduklarını, olmadıklarını, üzerindeki baskıları, övgüleri, yergileri, korkularını, kaygılarını olduğu gibi…
Kendine acıyan değil, olduğu gibi kucaklayan ve önüne cesaretle bakan yüce gönüllerin birleşme zamanı şimdi.
Zira kendini reddeden, herkesi reddeder. Ve yaşamına çekemez gönlündekileri…
Eril ve dişil enerjisi dengede bir insan; “-Gel benim yolumdan gidelim” diye diretmez artık!
O; “-Benim bir yolum olduğu gibi, şüphesiz senin de bir yolun var. Gel; kendi biricik yolumuzda bağımsızca akalım. Birbirimizin seçimlerine sonsuz saygı duyalım ve gönül birliğinde yürüyelim’ der …
Artık biliyoruz ki; kadının ve erkeğin, eril ve dişiliğinin ötesinde bir yer var. Yolculuğumuz hep birlikte o yönde ilerliyor.
Bir sonraki basamaksa özünün bütünselliğine ulaşmış insandır.
Özünün bütünselliğine ulaşmış insan, dualite sanrılarını ve illüzyonunu aşmıştır.
Önce kendisiyle, sonra da herkesle barışmıştır.
Kendi kurduğu oyunun ve oyununda rol verdiklerinin sırrına vakıftır artık.
Varoluşun sırrına erdikçe de, giderek sakinleşir.
Zihni sakinleşip, sustukça iç sesini daha çok duymaya başlar.
İyice gürleşen iç ses, eşsiz bir kılavuzdur şimdi O’na.
Ve o usta rehber, yarışın; rekabet kokulu otobanından, dinginliğin mis kokulu bahçesine çıkartmıştır O’nu.
İçsel dengesi; yanında “derin bir huzur” hediyesiyle gelmiştir şimdi.
Kadın ya da erkek kimliğinin ötesindedir nihayet…
İnsan olma yolunda bir sıçrayıştır bu.
Ayırmadan seven ve sevilendir artık.
Zihninin kutuplarını merkezinde buluşturmuş, perdenin ötesine dalmıştır usul usul.
Ve orada ne erkek, ne kadın, ne eril, ne dişil, ne sen, ne ben kalmıştır şimdi..
Perdenin ötesinden sızan ışığın, tatlı ılıklığında tüm zıtlıklar erimiş, esnemiş ve “bir”leşmiştir sanki…