Gelin gelin, size bir şey anlatacağım

Gelin gelin, size bir şey anlatacağım. Gülmeyin ama! Biliyor musunuz, ben küçükken İstanbul’da yağmur yağınca, dünyanın her yerinde aynı anda yağmur yağdığını sanırdım. Bir tür meteorolojik eşitlik anlayışı diyelim. Bu yüzden mesela ayakkabı boyamaya gittiğimde ve orada yağmur yağdığında, eve dönüp “Anne, yağmur yağdı!” dediğimde, bizimkiler “Hadi oradan, burada hava günlük güneşlikti!” diyerek bana inanmazlardı. Ben de daha dürüst olmak için kendimi zorladım, sanki yalan söylemeye meyilliyim de sürekli doğruluk ispatı peşinde koşmam gerekiyor gibi… İşte böyle başladı benim evrensel adalet arayışım!

Düşlerim ibibik kuşu gibiydi; biraz ciyaklayan, biraz da garip ama kesinlikle özgür. Tipitip sakızının kokusunu severdim, o sakızın içinden çıkan karikatürleri anlayamasam da sakızını büyük bir ciddiyetle çiğnerdim. Kendime ödül verirdim bazen: Ekmek arası üçgen Karper peyniri sürüp, sıcak elma çayı eşliğinde yemek. Büyük keyifti! Çocuk aklı işte, Michelin yıldızlı bir şef gibi hissettiriyordu.

Arada boyacılıktan kaytarır, sandal kiralardım. Hani sanki sahil güvenlik peşimdeymiş gibi değil de, hayatın temposuna inat, denizin kıyısında dalga sesiyle kafa dağıtmak için. Sonra döner, insanların hep aynı dertleri çektiğini görürdüm. Hep aynı sancılar, hep aynı hayal kırıklıkları… İnsanları kurtarmak için devrim yapmaya karar verdim bir ara! Ama lider olmak zor iş, hele ki devrim için takım toplamak! İlk destekçim bakkal Tokatlı Ali Amca olacaktı ama o veresiye defterini getirmemi isteyince, devrim daha başlamadan borç batağına saplandı. Sisteme küstüm, herkesi olduğu gibi kapitalizme emanet ettim.

Bazen misket oynardım ama onlara çok değer verirdim, kaybetmek istemezdim. Pil sıralayıp oynardık, çiviyi toprağa saplayıp amansız bir yarışa girişirdik. Dokuz taş oyunu vardı, strateji gerektirirdi, ama çoğu zaman haksızlığa uğradığımı düşünürdüm. Ve hiç bisikletim olmadı. Olsa ne güzel olurdu, ama kiralayıp kullanmanın da tadı başkaydı. Rüzgar yüzüme vurdukça kendimi büyük bir yolculukta sanırdım. Bir de bakkal meselesi vardı: Mahallede iki ayrı bakkal! Ali Amca ve Müseppiye Abla. Sanki gizli bir rekabet vardı aralarında, birinden alışveriş yapınca diğerine ihanet etmiş gibi hissederdim. Hayatın ilk sadakat testlerinden biriydi bu!

Bazen aç kalırdım, bazen de bir esnaf lokantasına girip dört çeşit tabldot menüyü alırdım. O dört çeşit yemek nedense hep aynıydı: Çorba, pilav, kuru fasulye ve tatlı niyetine revani tatlısı. REvani tatlısını sevenlere bir şey demiyorum ama ben asla sevemedim. Bana göre tatlı, ağzına attığında seni çocuksu bir neşeyle şımartmalıydı, ceza gibi gelmemeliydi! Mesela Kabak tatlısı… Onunla da bir türlü denk gelemiyordum. Ama revani ile yıldızım hiç barışmadı, garip bir tadı vardı. Tatlı dediğin tatlı olmalıydı, ödül gibi gelmeliydi on yaşındaki o çocuğa!

Büyüdüm… Sandım. İnsanlığın nereye gittiğini sorguladım. Çocukların harçlığına göz diken hırsızlar mı, kendini büyütmek için sistemi kuran kapitalistler mi daha kötüydü, bilemedim. Sonra anladım ki en kötüsü, insanın içindeki çocuğu boğan düzendi. İşte o zaman her şeyi bırakıp, harmonisi huzur olan müziklere sardım. Hayatın gürültüsüne inat, sessizlikte nefes aldım. Denizlerden damla aşırdım, belki de bir bardak umut içtim.

Ama büyümek o kadar da büyük bir şey değilmiş. Hani çocukken “Büyüyünce anlayacaksın” derlerdi ya, meğer büyüyünce de pek bir şey anlamıyormuş insan. Sadece daha fazla sorusu oluyormuş! Mesela, niye hala dondurma yerken üzerime döküyorum? Ya da niye bir cümle kurmaya çalışırken, sanki ayağıma ip dolanmış gibi takılıp düşüyorum? Kitaplar dolusu sözüm var ama bazen en basit ifadeyi bile toparlayamıyorum. Elli yaşında bir çocuk gibiyim, kelimelerle top oynuyorum ama topu hep auta atıyorum!

 

İyiler bir gün kazanır diyorlardı. O gün henüz gelmedi sanırım. Biri bir yere park etti ya da bana uygun gördüğü bir zamana sakladı. Ama ben o gün geldiğinde fark edecek miyim? Yoksa yolda giderken cebimden düşürdüm diye dönüp cebimi mi kontrol edeceğim? Bilmiyorum! Hayat bazen kaybolan bozuk para gibi, farkına bile varmadan cebinden düşüyor ama sen hala cebinde sandığın için rahatın bozulmuyor.

Büyüdüm, fark ettim, gördüm, duydum, işittim, bilmeye çalıştım. Saftım, zeki değildim, akıllı da sayılmazdım ama insandım. Fikrim benimleydi, zikrim herkesindi. Gariptim, büyüdüm, ben oldum.

Büyüdüm, ama her büyüdüğümde içimde bir çocuk daha kayboldu. Bazı günler Chaplin gibi düşündüm: Gülüşler arasında kaybolan acılar, masumiyetin maskesiyle gizlenen hüzün. Bir bakışla dünyayı değiştiren o gülümsemeyi bulmaya çalıştım. Ama gözlerim, bir yandan da büyüyen soruları görmeye başladı.

Bir çocuk gibi kahkahalarla koşmak istiyorum hâlâ. Hani Chaplin’in yürüdüğü o ince çizgi gibi; biraz komik, biraz hüzünlü, ama yine de hayatla barışık. Ama bu dünyada bir komedi filmi çekmek ne kadar mümkün? İnsanlar gülümsediği zaman, çoğu zaman sadece yüzlerinin kaslarını çalıştırıyorlar, kalpleri hala sıkışmış. Oysa insan, bir çocuğun saf bakışını taşırken, dünyanın her köşesinde iyiliğin izini sürebilir. Çocukların korkuları bile, o kadar masum ki. Gerçek korkular, büyüdükçe onları anladıkça gelir; hayat, elinden kayıp gitmiş bir oyuncak gibi.

Ve işte ben… Hala, bazen bir ağacın gölgesinde saklambaç oynayan bir çocuk olmayı hayal ediyorum. Kendisini kaybetmeden, yine de her şeyi bulmuş gibi, huzur içinde.

Ama büyüdükçe, o huzuru aramak ne kadar zorlaşıyor. Yağmur yağıyor, ama artık o yağmurda o kadar da ıslanmak istemiyorum. Çünkü yağmur, büyüdükçe, her damlasıyla bir şey kaybettiriyor insana. Ama bazen… bazen, yağan yağmurda bir çocuk gülüşü buluyorum. Ve işte o zaman, anlıyorum ki; belki de hayat, kaybolan bozuk paradan çok, kaybolan o gülüşlerden ibaret.

Ve ben…. Hala yağmur yağdığında, dünyanın her yerinde aynı anda yağdığını sanmak istiyorum.

 

 

Yazar

Benzer yazılar

2 Yorum

  1. Gülay Şimşek

    Sevgili Murat ne güzel akmış çocukluğun gönlünden.
    Bir çırpıda. Beni de aldı çocukluğunun anlarına.
    Hüzün ve huzur hissettim.
    Duyguları nakış gibi işliyorsun yazılarında, okuyanın gönlüne akıyor .
    Kalemine ve yüreğine sağlık.

    Yanıt

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir