Yaşam boyunca insanlığa acı çektiren tek duygu aslında kendi düşünceleridir. Kimi sevdiği kişiden karşılık bulamadığında, kimi istediği maddi refaha eremediğinde, kimi tüm çırpınışlarına rağmen hayatta istediği sağlığa veya konuma erişemediğinde içsel serzenişleri artık kaçınılmaz bir hal alır.
İnsanın gözkapaklarını güne açtığından itibaren uyuyuncaya kadar geçen sürecin arasında beyninde dur durak bilmeyen düşünceleri bazı anlarda işkenceye bile dönüşebiliyor.
‘’Bir an önce şu borcumu bitirirsem anca rahat ederim’’
‘’kimse beni anlamıyor’’
‘’Kendimi çok yalnız hissediyorum, ne yaparsam yapayım kimse beni sevmiyor’’
‘’Kafam darmadağın bir türlü yaptığım işe odaklanamıyorum’’
‘’İstediğim şeye kavuşmak için iyi düşünmeye çalışıyorum, hatta bir sürü olumlama yapıyorum, bazen iyi geliyor ama günün sonunda yine üzülen ben oluyorum’’
‘’Düşüncelerimi kontrol etmeye çalışıyorum’’
Düşünceler hiçbir zaman kontrol edilemez, kontrol edilebilseydi kişi bir sonrasında ne düşüneceğini iyi bilirdi.
İnsan tüm düşüncelerinin kaynağı kendisi olduğunu zanneder, ‘’Ben’’ kelimesi yâda hissiyle başlayan tüm düşünceler tamamıyla egoya aittir. Ego sonuç odaklıdır, her şeye anı koymakta üstüne yoktur. En ufak halsizlikte hastalanacağını söyler, haberleri izlediğinde kıyametin kopacağını söyler, sevdiği veya sevmediği kişiler hakkında sürekli yorum yapar. Ön yargılıdır, yeterince sevilmediğini hissettirir, bazı kişileri aşağılar. Sizin kimliğinizden hareket eden Ego başlı başına bir devlettir, çok sinsidir, her durumda kişiyi hipnoz etmekte yüzde yüz başarılıdır. Zihin kayıtçı ve hatırlatıcıdır; sıfır ila yedi yaş arasında gördüğü her şeyi kaydeder. Ego ise bu kaydı yorumlayandır. Örneğin yeşil bir çiçek desenli vazo gördünüz, zihin bu çiçek desenlerini görünce çiçekle ilgili bir anınızı hatırlatır. Ego dramdan beslendiği için, o anıyı çağrıştıran bir deneyimizi hemen yüzeye çıkarıp, olmadık ortamda tadınızın kaçmasına sebep olur. Özetle EGO, senin iç sesin ve hissiyatın üzerinden anılardan beslenerek size hayatı ıstıraba dönüştüren illüzyondur. O gerçek değildir.
‘’Peki, gerçek olan kimdir veya nedir?’’ Gerçek olan isimsizdir, ister ruh deyin, ister sonsuzluk ister ilahi yanım, isterseniz gözlemci, adını ne takarsanız takın o bilinmeyendir. Ve size sizden daha yakındır. İsimlendirerek anlatmak gerekirse şimdilik adına Ruh diyelim.
Ruh’un bedeni yarattığını ama bedenin Ruh’u yaratmadığını, ölünce Ruh’un bedenden ayrıldığını ve beden toprak olurken Ruh’un sonsuzluğa karıştığını veya tekrar başka bedende dünyaya geleceğine birçok insan inanır. Peki? Ruh yaşam ile ölüm arasında neden sonsuz ve sınırsız değildir veya neden insanın bunca acıyı çekmesine izin verir?
Bunun sebebi özgür iradeyle yaratıcının rüyasını deneyimlemektir. Biz tamamıyla yaratıcının eseriyiz, O daima yanımızdadır, ete kemiğinden daha yakındır. Kalplerimizdedir, onu fark edemeyişimizin tek sebebi egoya inanmaktan kaynaklıdır. Ego sürekli kötü sonuçları hatırlatan illüzyondur, hayalet Casper bile ondan daha gerçekçidir. Öz olan kalp atışınızı, nefes almanızı sağlayan, bilinmeyen, görünmeyen yaratıcıdır ve o sizsiniz, yaratıcının mucizesisiniz. Ona ulaşmak için çabalamanıza gerek yok, egoyu yani sizi hipnoz eden ben kimliğiyle sizi kandıran illüzyonu fark etmeniz yeterlidir. Bu nasıl olacak? Kafanızın içinden geçen tüm düşünceleri izleyerek başlayabilirsiniz, dikkatli bakarsanız o düşünceler birden ortaya çıkıyor ve sizin ilginiz üzerinde oldukça devam ediyor, tarafsız kalıp izlemeye devam ederseniz düşünceler sizden bağımsız hareket edip yok olacaktır. Onları izleyin, dinlemeyin, örneğin bir objeye bakın, hemen şimdi yapabilirsiniz. O obje hakkında hiçbir şey düşünmeyin, sonucunda ne olacak diye beklentiye girmeyin, şu anda tam buradasınız sonra yapacak olan işinizi düşünmeyin. Zaman durmuş gibi hiçbir şeyi dikkate almayarak o objeye bakın, sadece bakın, düşünmeyin ve gerçekten onu görün, ne zamana kadar bakacağım diye düşünmeyin. Sonucu yazmayacağım siz deneyimleyin…
Bu günkü yazımı sonlandırıyorum sevgiyle kalın.