Hayatımızı olumsuz etkileyen duygular; arzular, bağımlılıklar, dürtüler, hezeyanlar, takıntılar şeklinde açığa çıkar ve biz onları -bazen bilinçli, bazen de bilinçsiz olarak- toplumca kabul gören olguların ardına gizlemeye, üzerlerini bu olgularla örtmeye çalışırız.
Buradaki asıl niyet, bir yandan kendimizi korumak, bir yandan da toplumdan destek ve onay almaktır.
Doğal olarak bu iki niyet birbiriyle çelişir, sonuçta birbirini yok eder; sıkça yaşadığımız düş kırıklıklarının nedeni budur.
Ne yazıktır ki biz bunlardan ders almayız; temeli zayıf, göstermelik ve o sahte ahlak kulelerini inşa etmeye devam ederiz.
Tabii bir süre sonra bu içi boş kuleler -ilk sarsıntıda- yıkılır.
Uygun olan şudur; yıkıntıların altında kalmadan özbenliğimizi oradan çıkarmak.
Sözün özü; kendimizi dönüştürmek istiyorsak, önce oralara, kendimize kalkan ya da sığınak yaptığımız o toplumsal olguların altına bakmalıyız…