İnsanın bu dünyadaki varoluş amacını sorgulaması, insanlık tarihinin en kadim ve evrensel sorularından biridir. Felsefe, biyoloji, kozmoloji ve maneviyat gibi birçok disiplinde ele alınan bu konu, aslında tüm yaşamın en temel ve köklü arayışlarından birini oluşturur. Neden burada olduğumuzu, hangi amaçla bu dünyaya geldiğimizi hatırlamak belki de hayatın en büyük ve en kutsal görevlerinden biri. Ancak bu sorunun cevabına ulaşmak, derin bir içsel yolculuk, kendini ve hakikati keşfetmeyi gerektirir.
İnsanın etimolojik kökeni de bu varoluş yolculuğunu anlamamızda önemli ipuçları sunar. ‘İnsan’ kelimesi, Arapça ‘üns’ (bağ kurabilme, yakınlık) ve ‘nisyan’ (unutma) köklerinden türemiştir. Bu iki anlam, insanın doğasını ortaya koyar: İnsan, hem bağ kurmaya muktedir olan hem de hakikatini unutan bir varlıktır. Asıl yolculuk, unuttuğumuz hakikatleri hatırlamak ve kendi özümüzle yeniden bağ kurmaktan geçer.
Bu dünyaya geliş sebebimizi anlamak için önce “Ben kimim?” sorusuyla yola çıkarız. Fakat bu ilk benliğimizin oluşurkenki sorduğumuz soru gibi değildir? ‘Gerçekten ben kimim?’, ‘Görünen ben’in ardındaki özüm kim?’… Bu, kişinin kendine dönüp bakma, içsel bir uyanış yaşama ve varlığının anlamını sorgulama sürecini başlatır. Her insanın bu yolculuğa çıkma şekli farklıdır. Kimi bir iç sıkıntısıyla, kimi bir kayıp, travmatik bir olayın ardından veya sürekli tekrarlanan döngülerin içinden çıkma çabasıyla başlar bu yolculuğa. Bu süreçte, mutluluğu dışarıda arayan insan, bir türlü tatmin olamayıp hakiki tatmini ancak içinde bulabileceğini fark eder.
Kendi öz benliğine ulaşma yolculuğunda hayat, okuyabilene, en büyük rehberdir. Bu yolculukta içimizde bir keşif yaparken, Simurg efsanesi gibi kendi hakikatimize varırız. Efsaneye göre tüm kuşlar kaybolan Simurg’u aramak için yola çıkarlar ve birçok zorlu vadiyi geçerler. Yolculuğun sonunda, aslında Simurg’un “otuz kuş” anlamına geldiğini, yani gerçek kurtuluşu kendi içlerinde bulduklarını keşfederler. İşte bu hikâye, insanın kendi içine dönüp hakikatini ve varoluş amacını bulma yolculuğunu simgeler.
İnsanın hayatta karşılaştığı tüm zorluklar aslında ruhun gelişmesi ve tekâmülü için kaçınılmazdır. Bunu doğadaki döngülerle kıyaslayabiliriz. Örneğin, bir ormanın yangından sonra kendini yenilemesi, kaostan sonra gelen düzen ve ahengi gösterir. Ya da evrenin oluşum süreci; başlangıçtaki büyük patlama ve ardından gelen kaotik ortam, bugün gördüğümüz düzenin temelini oluşturur. İnsanın içsel dünyasındaki kaos da benzer şekilde, kişiyi daha derin bir anlayışa ve farkındalığa ulaştırır.
Doğanın döngüleri ve yasalarıyla uyum içinde olduğumuzda, içsel dengemizi bulmamız kolaylaşır. Hayatımızdaki sorunlar, doğanın yasalarına aykırı yaşadığımızda ortaya çıkar ve doğa, bizi dengeye getirmek için sarsar. Bu dengeye gelme sürecinde, hayatımızda yaşanan kaotik olaylar bize yeni bir düzen ve anlam sunar.
Varoluşun amacını anlamak, sadece bireysel bir yolculuk değil, aynı zamanda kolektif bir bilinçle hareket etmeyi de gerektirir. Tüm evrenin birbiriyle bağlantılı olduğunu, her zerrenin bütünün bir parçası olduğunu fark ettiğimizde, birlik ve bütünlük bilincine ulaşırız. Bu bilinç; sevgi, anlayış, şefkat ve empatiyi içinde barındırır. Hayatımızdaki tüm olayların, karşımıza çıkan her insanın ve doğanın, kendimizi keşfetmemiz için birer rehber olduğunu anlarız.
Öte taraftan hayat bize teslimiyeti öğretene kadar zorluklar, sıkıntılar peşimizi bırakmaz. Ne zamanki elimizden gelen her şeyi yaptıktan, herkesi ve her şeyi suçladıktan ama buna rağmen hiçbir şeyi kendi gücümüzle değiştiremediğimizi görürüz, işte o zaman geriye kalan tek şeyi kabul etme noktasına geliriz: teslimiyet. Teslimiyet; olayların, insanların ve şartların ardındaki ilahi planı görüp, her şeyin bir sebep üzerine kurulu olduğunu fark etmektir. Bu anlayışla ancak içsel huzuru ve güveni yakalayabiliriz. Artık hayatın zorluklarına karşı daha dirençli ve anlayışlı oluruz. Çünkü kendi gücümüzün çok daha ötesindeki ilahi güce güveniriz ve kendimizi O’nun ellerine bırakırız. Teslimiyet, bizleri daha geniş bir farkındalıkla kendi hakikatimize ve nihai varoluş amacımıza götürür.
Varoluşun amacı, kendini tanıma, anlama ve tekâmül sürecidir. Bu süreçte, evrenin büyük döngüsü içerisinde kendi merkezimizi bulup mânâmızı gerçekleştiririz. Bu içsel yolculukta derinleştikçe, evrenle uyum içinde yaşar ve tamamlanma yolunda önemli adımlar atarız.
Dilerim ki, her birimiz, bu insanlık yolculuğunda kendi hakikatimize erişip, dünyaya ışığımızı saçabilelim.
Hatırladıklarımızı paylaşırsak ve paylaştıklarımızı hatırlarsak, Anlarsak ve anlatırsak, bilirsek ve bilmenin güzelliğini ortaya koyabilirsek, özgürlük ve neşe hepimiz için çoğalacaktır kesinlikle. Kalemine sağlık Çağla