Hayvanlar öleceğini bildiği yavrularını ya da yakınlarını terk eder, onları emzirmez, emeklerini, güçlerini, yani enerjilerini onlar için sarf etmezlermiş. Çünkü gideceklerini ve onların bu çabaya değmeyeceğini, kendi gücünü dengeli kullanması gerektiğini bilirmiş. Gariptir ki enerjisini içgüdüsel olarak bir sonraki hamle için saklaması gerektiğinin bilinci ile yaşarmış.
Peki biz insanlar, bizler ne yapıyoruz? Bir düşünelim: bazen çevrenizde sevdiğinizi sandığınız ama sizi heyecanlandırmayan, gerektiğinde harekete geçmenizi engelleyen bir enerjinin bariyerine çarptığınız insanlar vardır. Hayatımıza bir şekilde girmiş, yer edinmiştir ama onlar için uğraşmak, çaba sarf etmek istemezsiniz. Tuhaf derecede anlamsız, tatsız ve tutkusuz gelir. Hatta bunun için üzülüp, pasif olduğunuzu düşünerek kendinize kızar hatta ve hatta kendinize birer nankör ve duygusuz olarak bakarsınız. Çünkü bize böyle öğretilmemiştir.
Orada durup sorgularız: “neden bunu yaşıyorum, neden böyle davranıyorum.” diye.
Çünkü doğamızda tıpkı diğer canlılar da olduğu gibi bizi iç güdüsel olarak yönlendiren ve buna mâni olamayacağımız bir sistem vardır. İç güdülerimiz ve bunun doğrultusunda oluşan davranış ve tavırlarımız bize aslında olanı anlatır, bizim gözlerimiz ve o çok güvendiğimiz aklımızla göremediği anlatır. Biz ise öğretilmiş kalıpları kaydettiğimiz zihnimizle bunu algılayamayız. Hele hele realitenin, adına düzen dediği koşuşturmasında bırakın birbirimizi dinlemeyi kim kendi iç sesini dinler ki.
Bunu bir nebzede olsa dener ve ruhsal farkındalıkla bunu sorgulamaya başladığımızda, iç sesi duyar, anlar ve “neden” sorusuna artık bir cevap verebiliriz. Bu tavrımız tıpkı diğer canlıların yaptığı gibi ne kötülük ne bencilik ne de acımasızlıktır: doğanın bilgelik dolu dehası içindeki kanunudur.
Ve bize bir tersliğin olduğuna dair bir uyarıdır. Bu yolculuk uzun sürmeyecek tir, bu iş hayırlı değildir, bu durum bize zarar verecektir ya da bizi tüketecektir.
Ama malum çoğu zaman pes etmez inatçı ve yenilmez tavrımızın kibri bizi gönül gözü ile yol almamıza mâni olur.
Farkımız şu: hayvanlar adı üzerinde doğal yaşarlar, yani hisleri ile, biz ise hep zihnimizle, mantığınızla yorumlama ve akılcı olma güdüsüne programlandık.
Oysaki en büyük fark da şu, onlar yollarını emin olun bizden çok daha kolay buluyor. Hisleri ile yol aldıkları için, doğanın, yaşamım formülünü, dilini anlayabiliyor ve çözüyorlar. Anlatılmak isteneni ve bir sonraki adımda ne yaşayacaklarını biliyor ve direkt sorgulamadan yaşıyorlar.
Siz hiç neden fil olmadığı için var oluşunu sorgulayan bir Koalanın içsel savaşına şahit kaldınız mı?
Yarın yavrumu acaba besleyebilecek miyim diye kendini kahreden bir Şahin’ e…
Kalamazsınız- çünkü öyle çılgın bir sorgulama yalnızca biz insan oğluna mahsus.
Sorgulamak iyidir ama patolojik derecede ve sistemin tasarımına aykırı, akıştan çıkacak ve yaratıma inkâr derecesindeki bir sorgulama ile değil. Zira bu ancak yıkım getirir.
Bu hem bizi hem yaşamımızı hayli yoracak asıl yolculuktan bizi alıkoyacaktır.
Zihin ezberlediğini yapar,
İç güldüler ise hissettiğini.
Biz tırmalayarak yol alırız
İç güler ise akarak.