İnsan neden kendisini terk eder? sorusuna verilecek en yalın cevap “sevilmek için“dir… Sevilmek için başkası olmayı, başkasının rol modeline göre yaşamayı henüz çocukken öğreniyor insan? Anne ve babanın arzuları, istekleri, oldurtmak istedikleri ve baskıları ile insan çocuğu, sevilmek ve kabul görülmek için tavizler veriyor. Karşısındaki kişi gibi olursa, onun istediği gibi davranırsa, onun taleplerini yerine getirirse sevileceğini zannediyor. İlk etapta aile içinde olan bu durum büyüdükçe form değiştirmeye başlıyor.
Büyüme evresinde patlak veren ve adına da “kimlik arayışı” denen dönem aslında baştan beri var olan kendisinin ortaya çıkma arzusundan başka bir şey değil. Brokoliyi sevmez ama anne dayatır ona sağlık için yedirdiğine inandırır, beni seviyorsan yersin, bu benim için, bu baban için bu ebenin örekesi için derken, insan çocuğu birileri için kurban edildiğini fark etmez. Bunu ancak ifade etmeye başladığında ve diğer insanların yaşam yolculuklarını dinlediğinde anlamlı hale getirir. Bu süreçte genelde ortaokul ve lise çağları oluyor ki adına da ergenlik deniyor ama bence kayıp olan bilincin arada sızan ışıklara bakarak kendi gerçeğini fark etmesidir. Önce hükümranlığı yıkması gerekiyor ki kendisi olabilsin düşüncesi ile ailenin öğretilerine ve dayatmalarına ters gelebilecek ne varsa yapmayı bu dönemde bir çıkar yol olarak görüyor insan çocuğu…
Ve tabi ergenlik süreci olarak tanımlanan bu geçiş evresinde, insan çocuğunun annesi, babası, öğretmenleri ve sonradan devreye giren psikolog ve psikiyatrlar ile mevzu başka bir boyuta taşınıyor. Yaşadığımız ülke için daha önceden bu geçiş döneminde; süpürge, terlik, sopa ve el kullanılırken yeni çağda bunun yerini daha çok ilaçlar almaya başladı. Hangisi daha kötü birbirinden bu kadar çok zarar verici iken bu konuda yorum yapamayacağım.
Evet insan çocuğu, çok erken yaşlarda kaybettiği benliğini bulma konusunda başarılı olama ya da çok azı başarılı olur. Bu şekilde büyümeye devam ettikçe hayatına aşk kavramı ve sevgili kimliğinde insan kadınları ve erkekleri girmeye başlar… Kaybolan bilincin/benliğin hayatla olan en büyük sınavı ve kavgası da burada patlar. İlk hamle, yani öğrendiği ilk ders, karşı tarafın sevmeyeceği şeyleri yapmaktan uzak durmak, biraz annesi, biraz babası, biraz ebesinin örekesi hatırına maskelemek şeklinde giriş yapar ilişkiye. Özgün değildir ve bu özgün olmayan halleri arada cızırdar ve patlar fakat sevgili olan kişi de benzer deneyimlerle geldiği için düzelteceği gibi bir yanılgı ile ilişkide tamirci maskesine bürünür. Biri arızalı diğer tamirci iki karakter bir müddet bu şekilde devam eder, bir müddet sonra, baskı artınca şiddet açığa çıkar çünkü bunu insan çocuğu olduğu zamanlardan beri deneyimlemektedir insan kadını ve erkeği… Bildiği şeyi yapar ve günün sonunda hastalıklı bir yolculuk başlar…
İlişkilerin tamamı, benzemeye ve benzetmeye çalışmakla gerçekliğini yitirir. Çirkinleşir, agresifleşir, yolundan çıkar ama maya hep ekşi olduğu için tadı bozuk gelir. Tüm insan kadınları ve erkekleri aynıdır algısı yaratılır çünkü her ilişki yolculuğu aynı şekilde ilerler… İnsan kadını ve erkeği gerçeği duymak istemez, bu yüzden yalan denen bir gerçek ortaya çıkar. Fiziksel, duygusal, bilişsel şiddeti dayatır travma denen bir hal kendisini gösterir. Karakteri ezer, yok sayar, hor görür, değersizleştirir, şeklini ve içeriğini bozar aldatmalar başlar. Çünkü annesinin olmasa bile babasının değerlisidir insan çocuğu bu yüzden, idealindeki karakteri bulma çabası ile bir başkasına yönlenir. Her gidişi bir başka maske ile olur ve bunun farkında değildir insan kadını ile erkeği.
Ergenlik olarak tanımlanan o kazanım mücadelesi yanlış yapılandığı için hayatına giren tüm karakterleri de bir şekilde arızalı olur ve insan çocuğu kendi gerçekliğini ve hakikatini bulmadan ve kendisine bilgeleşmeden yaşlanır, ölür ve kaybolup gider. Arızayı bulamaz çünkü bütün insanlar aynıdır, doğru kişi yoktur çünkü tüm insanlar yanlıştır, saf sevgi yoktur çünkü tüm insanlar menfaat ile yaşar, doğrusu kendisindedir ama bunu da diğer yanlışlara bakıp kendisini avuttuğu yerde kaybeder ve çözülmemiş ip yumakları arasında sonsuzluğun karanlığına gömülür…