Parlak Olanlar, gelişmiş bir kültürün üyeleriydi. Mitolojide ve efsanelerde gelişmiş bilgilerinin sırlarını korudular. İncil de dâhil olmak üzere gizli kodlarını; sanat, mimarlık, ezoterizm ve edebi eserlere yerleştirdiler.”
The Shining Ones-Philip Gardiner/Gary Osborn
Parlak olanlar ya da ışık saçanlar; insanlık tarihinin belki de en önemli gizemlerinden ve aynı zamanda da merak edilen konularından biri olmuştur.
İngilizce’de “The Shining Ones” -parlayanlar, parlak olanlar ya da ışık saçanlar- anlamına gelen bu terimin tarihi oldukça eskiye dayanmaktadır. Bazı eski dini metinlerin yanı sıra, mitolojik anlatımlarda, teozofide, spiritüalizmde kendine farklı farklı yer edinmekle birlikte aslında bütün mecralarda bu varlıkların tasviri benzerlik göstermiş ve hemen hemen tüm kültürlerde kendine yer edinmiştir.
Atalarımız parlak olanlar derken kimlerden bahsediyorlardı?
Atalarımız, etraflarına parlak ışıklar saçan varlıkların onları ziyaret ettiklerinden ve rehberlik ettiklerinden bahsetmiştir. Bu ışık saçanların, Tanrı’nın katından, Tanrı’nın oğulları olduklarına ve Pleiades (çoğunun inancı fakat bazılarına göre Sirius) adlı gezegenden geldiklerine inanmışlardır. Onlara Rehberler, Annunakiler, Yükselmiş Üstatlar vb… şekilde, kültürden kültüre farklılık gösteren isimler takmışlardır. Mesela tüm Pagan Tanrıları; İsis, Poseidon, Ra, Odin, Seth, Horus vb… hepsi de bu ışık saçanlardandır. Aynı şekilde, Şamanik öğretilerde ve diğer inançlarda Abgal, Abkarku, Akeru, Anak, Ancient Masters, Elohim, Grigori, Nefilim, Gözlemciler gibi isimlerde de anılmaktadırlar. Mesela bunlardan biri olan Abgal, Sümer mitolojisinde Tanrı Enki’ye hizmet eden yedi büyük bilgedir. Batık kıta Mu’ya ait yazmalarda da bu varlıklardan bahsedilir. Ayrıca Amerika kıtasının kadim halklarının (İnka, Maya), parlak olanlardan sık sık bahsettiklerini ve onlara ibadet ettiklerini görebilirken; İskandinav mitolojisinin Elfleri, Hintlilerin Aryanları da bu gruba dâhildir. Dünyanın hemen hemen her köşesinde, en ilkel uygarlıklar arasında bile, toplumların kendi vizyonlarındaki tanrılarının net tasvirlerini görebiliriz. Fakat hepsini ortak bir fiziksel özellik bir araya getirir: Parlak olmaları…
Peki, bu parlak olanlarla ilgili bilgiler hangi yazılı kaynaklara dayanmaktadır?
6 temel kaynaktan bahsedebiliriz. Bunlar:
- Nipur’daki kütüphaneden gelen Sümer tabletleri
- İncil’de, Nephilim isminin verildiği Yaratılış Kitabı, Sayılar, Tesniye Kitabı
- Babil rahibi Berossus’a ait Yunanistan’daki yazılar
- Enok’un Kitabı
- Jubilee’lerin Kitabı
- Mısır’ın Ölüler Kitabı
- Esseni’lere ait olduğu düşünülen Ölü Deniz Parşömenleri
Bunlardan ilki ve en çok bilgi aldığımız Sümer tabletlerinde bahsedilen Yaratılış mitine göre, ışık saçanlar Anunnaki ya da Anannage (Anu’nın büyük oğulları) adıyla biliniyorlardı. Anu, Güneş ve Gökyüzünün baş Tanrısıydı ve onun adı “Parlak Olan” dı. Buna göre Anunnaki, “Parlayan Güneşin Güneşleri” veya “Güneşin Güneşleri” idi. Diğer bir kaynak olan Enok’un kitabı ise bize parlak olanlar ile ilgili detaylı bilgiler vermektedir. Mesela, Enok’un baş melek Gabriel ve Michael tarafından karşılanması ve yağla kaplanma töreni bize parlak olanlar ile ilgili bir fikir verebilir:
“Ve Rab, Michael’a:“ Git ve dünyadaki kıyafetini Enok’tan al; onu, kutsal yağımla ve benim görkemimin alayıyla yağla ”. Ve böylece Michael, Lord’un ona dediğini yaptı. O, beni kıyafetlerimden çıkardı ve beni bezedi. O yağın görünüşü büyük ışıktan daha fazlaydı ve mükemmel bir çiğ gibiydi. Ben kendime baktım ve artık onlardan biri gibiydim. Hiçbir fark yoktu; korku ve titreme benden ayrıldı. ”
Buradan parlak olanların, tenlerinin neden parlak göründüğünü çıkartabilir miyiz?
Çok açık tenli insanların, Güneş ile başa çıkmada güneş yağı kullandığını biliyoruz; belki de bu varlıklar da bu tarz ultraviyole radyasyondan korunmak için bedenlerini bir çeşit parlak bir yağ ile pekâlâ kaplıyor olabilirlerdi. Veya parlak gözükmek için başka bir sistem de kullanmış olabilirler.
Parlak olanlara dair referanslar dünya çapında çeşitli eski metinlerde bulunabilir. Sadece Enok Kitabı ya da yukarıda yazdığım kaynaklarda değil. Neredeyse tüm antik uygarlıklar, tarih öncesi çağlarda dünyanın her köşesini ziyaret eden bu güçlü ve bilge varlıklara aşina olmuştur. Her ne kadar dini otoriteler bu varlıkların izini silmeye çalışsa da, bazı topluluklar, bu varlıkların bilgilerini korumuş ve çeşitli öğretilere bunları koymuşlardır. Spiritüalizm, Ezoterizm, Okültizm gibi… Fakat ne yazık ki, kökenlerimizin sırlarını elinde tutan bu ırkın; bugün düşmüş melekler, iblisler, şeytanlar, devler veya kötü ruhlar olarak adlandırılmasının önüne geçememişlerdir.
Işık saçanlar; ne melekti, ne de şeytandı; onlar sadece gelişmiş bir uygarlığa sahip olan bilim adamlarıydı. Yani insanlığın ataları…
Kutsal antik metinlere, mitolojiye ve tanrıların tarih öncesi tasvirlerine ve çeşitli eski eserlere dayanarak, bu esrarengiz ırk hakkında çok şey öğrenmek mümkündür. Parlak olanlar, insanlar arasında kanlı canlı olarak bulundular, fakat diğer insanlardan ayrı ve tüm kültürlerde dile getirilen ortak bazı fiziksel özellikler taşıdılar. Bunlar: Çok açık bembeyaz bir ten, sapsarı bir saç, uzun boy ve etraflarına yaydıkları ışık…
Hz. Musa’nın babası İmran da bu varlıkları görmüş ve onları şöyle tarif etmiştir:
“Ve dünya üzerinde hiç görmediğim gibi çok uzun boylu iki adam ortaya çıktı. Yüzleri güneş gibi parlak ve gözleri yanan lambalar gibiydi; kanatları altından daha parlaktı, elleri ise kardan daha beyazdı. Yatağımın başında durdular ve beni ismimle çağırdılar. ”
Hz. Musa’nın babası İmran’ın tarifine yakın bir tarif yine Enok’un kitabından:
“Ardından ruhum çekilip göklere yükseltildi. Orada bir ateş üzerinde yürüyen meleklerin oğullarını gördüm. Giysileri beyazdı ve yüzleri kristal kadar şeffaftı.”
Aynı ışık varlıkları farklı adlandırmalar fakat aynı tanımlamalar
Yerli Amerikan Şamanları, milyonlarca yıl önce Dünya gezegenine gelen yabancılardan bahsederler ve onlara BAK’Tİ’ Yıldız Tanrıları derler. Onlara göre başka bir yıldızdan gelen bu varlıklar, genetik mühendisliği alanında oldukça bilgililerdi ve Dünya’ya geldiklerinde, hayvanları genetik olarak manipüle ettiler ve ayrıca yeni bir tür yarattılar, yani modern insanı… Yine Şamanlara göre bu tanrılar, insanlığı kendi yaratımlarının bir ürünü olarak gördüler; kısacası insanlar onların genetik deneyleriydi. Çünkü kendilerinden bir parçayı bizim DNA’larımıza katmışlardı. Böylece ilkel insan ve tanrının oğullarından (kendilerinden) oluşan melez bir ırk yarattılar. Bunda da başarılı oldular ve günümüz hızla gelişen modern toplumuna katkı sağladılar. İnsanlık hızla çağ atladı. Ama bir yandan da tanrısallaştırılıp, kutsallaştırıldılar.
Hz Nuh’un doğumu bize onun da bir tür melez olduğu sonucunu çıkarmamıza neden olabilir:
“Ve birkaç gün sonra, Lamek’in eşi ona bir oğul verdi. Vücudu kar gibi beyaz; kafasının saçı, yün kadar beyaz, güzel ve gözlerine gelince, onları açtığı zaman tüm ev güneş gibi parladı. Babası Lamek ondan korkup kaçtı ve babasına Methuselak’a gitti; ona “Garip bir oğlan doğdu” dedi. O (sıradan) bir insana benzemiyor ama cennetin meleklerinin çocuklarına benziyor; o farklı, bizim gibi değil.” Bu büyüleyici antik metinden, Hz. Nuh’un tıpkı Enok’un ve diğer atalarımızın tarif ettiği gibi parlak olanların fiziksel özelliklerine sahip olduğunu görüyoruz. Nuh parlak olanların oğluydu. Daha doğrusu yüksek genlerini taşıyordu. Bazı teorisyenlerin iddialarına göre bizler eğer Nuh’un soyundan geldiysek; o zaman hepimiz, tıpkı Nuh’un taşıdığı gibi, DNA’mızda dünya dışı genler taşıyoruz demektir. Yani parlak olanlara ait genler… Tıpkı Atatürk’ün, el yazısı notlarında Türk adındaki ilk kişinin Hz. Nuh’un torunu olduğunu belirtirken, “Efendiler, bu dünyada en az yüz milyondan fazla nüfusa sahip büyük bir Türk milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında tarih anlamında da bir derinliği vardır. Efendiler, bu derinliği isterseniz iki ölçütle ölçelim. Birinci ölçüt, tarih öncesi devirlere ilişkin ölçüttür. Bu ölçüte göre Türk milletinin büyük atası olan Türk adındaki insan, ikinci insanlığın babası Nuh Aleyhisselâm’ın oğlu Yafes’in oğlu olan kişidir. Tarih dönemlerinin belge bulmakta pek hoşgörülü olduğu ilk evrelerine biz de hoşgörülü olalım. Fakat en açık ve en kesin ve en objektif tarihsel kanıtlara dayanarak diyebiliriz ki Türkler on beş yüzyıl önce Asya’nın göbeğinde büyük devletler kurmuş ve insanlığın her türlü yeteneklerini gerçekleştirmiş bir unsurdur.” sözlerinde ifade ettiği gibi…