Kendini ne kadar tanıyorsun ?

Kendini ne kadar tanıyorsun ?

Bana ismini söyleme, o senin etiketin. Mesleğini de, bilmek istemiyorum. Zamanında bitirdiğin okulları, aldığın diplomaları, kazandığın ödülleri… Başarıların, hırsların, hayallerin, anneliğin ya da babalığın, evlat olman bunların hepsi senin zihninin kurgusu. Zihninin geçmişi. Geçmiş, adı üstünde geçmişte kalan.

Ben de, seni tanımıyorum, tanıyamam çünkü seni senden başka kimse tanıyamaz. Sadece sen kendini tanıyabilirsin, okuyabilirsin. Kendini tanıyabilmenin tek yolu da, zihnini dışarıda bırakmaktır.

Ben zihnimi bir arkadaşım olarak gördüm. Sonra gözlemledim.

Bazı zamanlarda hiç susmadan konuşan, benim hayatım hakkında hep bir fikri olan, benim hayatımın kararlarını veren, benden önce korkularımı bana gösteren ve beni engelleyen, bazen hırslandıran bir arkadaştı.

Benim iyiliğimi mi istiyordu, yoksa kötülüğümü mü ?

Her zaman benden 1-0 önde idi .

Onunla beraber ya geçmişte geziyorduk, ya da gelecekte oturup muhabbet ettiğimiz de oluyordu. Dertleştiğimiz, eleştirdiğimiz, yargıladığımız da. Korkularımı önüme getirdiği zaman ondan hoşlanmıyordum. Benim için önemli bir arkadaş olduğunu biliyordum, ne de olsa bunca zaman hayatta kalabilme mi sağladı. Beni engelleyen olduğu kadar da, korumaya çalışan bir arkadaştı.

Onunla vakit geçirmek, güzeldi ama hayatımda hep bir coşku sevgi, mutluluk eksikti. Hayatımda kahkaha yoktu. Benimle beraber gün batımını izlemiyordu, kahkahalar atarak çocuklar gibi mutlu coşkulu olamıyorduk. Hep mutsuzdum; yargılayıcı, suçlayıcı, acı çeken, zavallı kurbandım hep. Hayatımda eksik bir taraf, eksik bir şeyler. Adını koyamadığım…

Oysa ben hak etmiyor muydum gülmeyi kahkahalarla, eğlenmeyi, sevilmeyi?

Neydi eksik olan?

Neydi aradığım?

Beni koşulsuz sevip sarmalayacak, şefkatinle ondan başka kimseye ihtiyaç duymayacağım bir arkadaş için yola çıktım. Bu yolculukta yolumdaki taşları fark ettim. Ayağıma takılıp, yürümemi zorlaştıran rastgele etrafa saçılmış taşları. Elimden geldiğince taşları kaldırıp, yolu açtıkça etrafımdaki yeşillikleri görmeye başladım. Yeşilin rengi ne kadar güzeldi. Çiçekler dikkatimi çekti. Rengarenk gökkuşağı gibi. Mis gibi kokular etrafta. Ağaçlar vardı, kökleri güçlü yeryüzünün derinliklerine kadar uzanmış, dalları gökyüzünü kaplayan onun şefkatiyle mutluluklarını avaz avaz bağıran kuşlar. Gökyüzünde dans eden bulutlar, bulutların arasından ara ara bana göz kırpan güneş.

Yolda ilerledikçe gördüklerime daha çok hayran oluyorum, belki de aşık oluyorum.

Artık doğru yolda olduğumu biliyorum ve bu yolun her adımına aşığım. Attığım her adımda aradığıma biraz daha yaklaştığımı hissediyorum.

Bu benim yolum, bu benim yolculuğum.

Arkadaşımla yine muhabbet ediyoruz, görüşüyoruz, dertleşiyoruz. Sadece ben bu yola çıktıktan sonra onun bendeki yerini değiştirdim.

Sende kendi yolunda kendini keşfetmeye ne dersin?

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir