Çocukluğumuzda bayramlık kırmızı ayakkabılarımızı giymenin heyecanından başlar, tüketmenin oburluğu ayakkabı düşkünlüğümüz, masallar, metaforlar, arketipler gizliden içimize işler…
Hevestir kırmızı ayakkabılar…
Külkedisi Sinderalla zor hayatına ağzını bozmadan sabırla dayanır dayanır, sabrının karşılığı ile ödüllendirilir, Peri dokunur, yaşam değişir. Sinderalla bu kadar itaatkar olmak zorunda mıydı? der akıl bir yandan… Güzelin iyi olanla büyür Sinderalla’da… Masalın devamı sarayda prens ile dansı, Naif Sinderalla’nın cam ayakkabısını düşürmesi, prensin onu ayakkabı ile bulması ile mutlu sona ulaşıyor. “Aman akşam geçe kalma”, “Kurallara uy”, “Küçük ayaklar daha makbuldür“ gibi birkaç çıkarım yapabiliriz Sinderalla’dan… Her kadının az biraz beyaz atla gelen Prens ile vals düşünün emareleri bu Masalda başlamış gibi… Dansın aynı ritmde değil, kendi ritminde uyumda olduğunu da anlatır masal… Masaldaki “bana kaderimin bir oyunu bu” diyen Sinderalla’dan artık cam ayakkabılarla değil, ince topuklu ayakkabılarıyla sokakları, plazaları, okulları topuk sesleri ile çınlatan kadınlar vardır artık her yerde…
Kadınlar her yerde…
Kök çakranın kırmızısında, Gelincik çiçeklerinin kırmızısında cam ayakkabılarla değil, kırmızı yürüyen kadınlar…
Hala rüyasında magmanın kırmızısında bir ayakkabıyı ayağına giydikçe tekrar eden rüyasının peşinde rüyacı olup, ayakkabı rüyalarını sıkıntı zannedenlere sen de yola çık diye seslenip, hep ilk adımı atmanın zorluğunu en iyi bilen, kendi ayakları üzerinde durmanın, kadınlığı kutlamanın, iyi ki kadınım demenin imzasıdır kırmızı ayakkabılarla yürümek…
Bazen kendi olmaktan uzaklaşınca, bazen uyumla fedakarlığı karıştırınca eve geç de gelse, erken de gelse saçındaki farklı rengi konuşacak el alem medyasına gülümsemektir, yediği ilk dayakları unutamayanları dinlerken, 38 yerinden sırf kızını taciz ettiği için kocasını öldüren bir kadının cezaevi koridorunda ayağındaki kırmızı ayakkabıları görmektir, hayatta ne kadınlar ne hikayeler vardır, çöp olası ön yargıları bitirir, kırmızı ayakkabılar…
6 yaşından beri çalışıp babasından gizli aldığı kırmızı ayakkabısı için dayak yiyen kız çocuğudur, kız çocuğunu kadın yapar çocuk gelin olur, açık yara oluverir kırmızı ayakkabılar…
En çok içeriden gelen şarkısını, bedeni sureti ne olursa olsun güzelliğini, ışığını unutunca hele kararlarını kendisi için değil; en çok başkaları için almaya başlayınca onlarca ayakkabı alır, dener, giyer, bakar. Oysa bir kırmızı ayakkabıdır aradığı…
Bütün denemeler ayakkabılarını giy, yola çık diyedir, bütün hikaye sensin…
Kabalığa renkle, şefkatle, aşkla, dansla, şarkıyla cevap verir kadın hep…
Babaların doğurmadığını bilen içindeki erkek çocuğu ile bisiklete binen prens değil ama adamlığını bilen adamlarla dans eden kırmızı ayakkabılı kadınlar vardır; masalda değil hayatta, burada, orada, bir yerde…
O adamlardır kadınların saçlarını yerlerde sürüklemeyen, ayaklarını bacaklarını kırmayan… Dünyayı güzellikle kurtaracak olan kırmızı ayakkabılı kadınlarla dans eden adamların aşkıdır belki…
Vardır böyle başlangıçlar, yollar kesişir…
Kırmızı ayakkabılarıyla yola çıkan, dere kenarlarında ayakkabının renginde ağzında kanla kız çocuklarının düşleriyle yeryüzünün bütün kadınlarının kız kardeş olduğunu, ana olduğunu hatırlayarak, umutla kutlayarak kadınlığa kırmızı ayakkabılarıyla yürüyen bütün kadınlar beraber haykırırlar hayata;
Ayakkabılarını giy, yola çık; bütün hikaye sensin…