Konuşmanın ve anlatmanın derin yalnızlığı

Fark ettim…

Konuşmanın ve anlatmanın derin yalnızlığını ve gereksizliğini. Çünkü anlattığım kendimi görünce kızıyorum. Gördüğün şeyin içinden neden geçmeye çalışıyorsun. Neden ayağına 2 numara küçük gelen bir ayakkabıyı giyip yürümeye çalışıyorsun? İnadın nedir? Israrın nedir? İspatın nedir? Kime görünme derdinde ve çabasındasın?

Susup gidesim geliyor kendimden. Uslanmaz bir delinin elindeki direksiyon ile sokaklarda tur attığı gibi turlar atıyorum hayat deneyimim içinde.

Konuşmanın ve anlatmanın derin yalnızlığı

Bahçede ortancalar açmış, bir yerlere gitme ve bir şeyler olma dertleri yok. Sadece renkleriyle çoğalma ve orada olma halindeler. Orada olma halini engelleyen şey nedir ki insanda… Kimler en ileriye gitmemizin iyi olacağını söyledi ya da kimler iyi olmamız gerektiğini dikte etti bize. İyilikten mi maraz doğuyordu merhametten mi? Aslında ikisi de aynı kapıya çıkıyor değil mi? İyiliği merhametli yüksek olan insanlar yapıyor ve merhameti yüksek olan insanların iyilik yapası geliyor. Bu hallerin içinde kaybolanlar bilir ne kadar çok hor kullanıldıklarını. Sanki yukarıdan bir el dokunuyor, orada benim rolümü oynama, bırak iyiliği ve merhameti sen de git kötü ol. Burak iyiliği ve merhameti ben tanrı olarak göstereyim diyor. Sahi, dünyada iyiliği ve güzelliği çoğaltma çabası tanrının rolünü mü çalmak oluyor? Çünkü iyiliğin karşılığı çoğu zaman arsız kötülükler silsilesi ile ödeniyor.

“Vazifesi iyilik olan kişinin, ruhunun sancısına bakılmaz.” diyesim geldi…

İnsan acısını nasıl anlatabilir ki? Susunca en çok kim duyar içten gelen çığlıkları. İnsanın devredemediği tek şeydir acısı. Hikayesinde acı ve ruhunda sancı varsa ifadesizliğin hüküm giymiş halini deneyimleyip durur ömrü boyunca. Empati ve sempati karışır içinde. Kah gördüğüne kah duyduğuna yanar. Hayata yetişmeye çalışır ama nafiledir çabası, şeytanı bol yolculuklarda en çok da kendisine yorulur ve susar kalır. İyiliği yapmanı şeytan istiyor olabilir mi? Tanrının gazabını en kolay sanki böyle çekiyor insan çocuğu. Yeryüzünde; itaat et, şükret, tabi ol, teslim ol, razı gel, sen olma sadece tanrı olsun, kendini çıkar aradan gibi beklentileri var iken yaratıcının, senin iyilik yapıp onun işlerine burnunu sokman mı cehennemi yaratıyor acaba? Bilemedim!

Konuşmanın ve anlatmanın derin yalnızlığı

Ne diyordum? Ah evet anlatmanın gereksizliği… Anlatmanın ya da anlaşılmanın en derin yerinde kendini terk eder insan. Tüm ikili ilişkilerde temel ihtiyaçlardan biridir, anlaşılmak… Anlaşılmak bir ihtiyaç olabilir mi? Ya da anlaşılmaya hiç ihtiyaç olarak baktınız mı? Anlattığınız şeylerin boşa gittiği, havada kaldığı, anlaşılmadığınız yerde en çok neyi arzularsınız? Neyin olmasını istersiniz? Susadığınız su içme ihtiyacınızın açığa çıkması gibidir aslında anlaşılma ihtiyacı da! Sadece anlaşılmak yetmiyor, bunun eylemle de desteklenmesi gerekiyor. Çetrefilli görünen ama aslında çok basit bir döngü içinde herkesin ekmek gibi su gibi ihtiyacı olan bir haldir anlaşılma…

Dün üç arkadaş bir araya gelip sohbet ettik. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisini konuşmadık ama iletişimde ve anlaşılmadaki insan kırılımlarını irdeledik birlikte. Hepimizin ortak fikri şuydu; ikili ilişkilerde ne kadar iyi ve nazik olursan, yumuşak ve merhametli davranırsan suistimale o kadar açık hale geliyorsun. Ne kadar sert, agresif ve karşı tarafı değersizleştirici davranışlar sergiler, hakaretler edersen o kadar saygı duyulan ve dinlenilen bir birey haline dönüşüyorsun. Bunu ebeveyn ve çocuk ilişkilerinde bile görebilirsin, çocuk en sert aile bireyinin peşinden koşar kendisine en çok sevgi ve ilgi göstereni zaten cepte gördüğü için onu çok da dikkate almaz. İronisinde boğulası insan çocuğu böyle büyüyüp hayata katılınca, o değersizlik duygusunun yarattığı travmatik kaygılı davranışlar ile ilişkilerini yürütmeye çalışıyor. Başarıyor mu? Dünyadaki mutlu ilişkiler ile mutsuz ilişkilerin oranına bakarsanız bunu çok net görürsünüz. Sosyal medyaya bakmayın sakın, orada mutlu hikayeler paylaşanların büyük çoğunluğu mutsuzluk denizinde dibe batıp su yutan ve boğulmak üzere olan tiplerden oluşuyor.

Yazmaya kalksam günlerce sürecek bir konu aslında anlaşılmak ve iyilikle var olmaya çalışmak fakat büyük resim bunun her zaman doğru olmadığını bize gösteriyor. İfade de kötücül dil kullanıp, karşı tarafı değersizleştirebilir miyiz? Büyük çoğunluğun çok da beceremeyeceği bir davranış modeli gibi geliyor bana. Bu yüzden anlatıp yorulmaktansa susup içinde devri daim eden bir şelaleye dönüp damla damla boğulmak daha kolay gibi geliyor. Aynaya konuşmak, duvara haykırmak, boşluğa bağırmak, akan suya dertlenmek yerine anlayan ve dinleyen birine gülümseyip dile gelmek sanırım en büyük şifalanma yöntemi olur. Ne dersiniz?

 

Yazar Hakkında

Benzer yazılar

Yanıt verin.

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir