Kozmos fizik alandır. Kozmosta her şey sınırlar, kurallar, bir ölçü ve düzen içerisinde yürür. Kozmos, daima neden-sonuç ilişkileri ile çalışır. Bilimin keşfine yol aldığı sınırsızlıktır. Ölüm kozmosa aittir. Çünkü doğumun kaçınılmaz sonucudur. Bir şey başlıyorsa bitecektir ve kozmosa dahil olan herkes ve her şey, bu düzene boyun eğecektir. Kozmosun adaleti budur. Ölüm sadece daha büyük bir yaşama yer açmak içindir. Bu şekliyle yaşam, ölüm göstergesi olmaktan çok ölüm, yaşam göstergesidir. Aynı şekilde kozmosta madde gibi zaman ve mekân da geçicidir, ölümlüdür.
Aslında kaosun kendisi de organizedir ama bu organizasyonun kendisi de kaotiktir. Yani Kuantum Dünyanın tuhaf (ve bazen saçma) da görünse kuralları vardır. Aynı şekilde kozmos da kaosa düşer bazen. Ama kendi haline kaldığında her fırtına sükût bulur, her kriz bir zaman sonra dağılır. Yani kozmosun kaosu bile organizedir. Deyim yerindeyse düzen ve kaos birbirinin besinidir ve birbirlerini tüketirler.
Hayat bir yanıyla kaotik, akışkan, hareketli diğer yanıyla ise düzenli, kurallı öngörülebilirdir. Diğer bir deyişle, başından sonuna sabit ve değiştirilemez bir kader yoktur ama sanki ne yaparsak yapalım bir kadere de tabiyizdir. Kozmos ve kaos, birbirinden ayrı bambaşka evrenler gibi görünseler de birbiri içindedirler. Sanki var olmak ve hiç olmak bir arada ve aynı şey gibidir. Kaos ile kozmosun birliği, bir aradalığı süregiden bir denge kaybı ve denge arayışıdır.
Denge hayatın son noktasıdır. Ölmeden önce öleceğin noktadır; sessizlik noktası, durma noktası, rıza noktası, kabul noktası, sıfır noktası… Denge kaosu da kozmosu da yutar ve bu yüzden belki yeni, daha büyük ve ilahi bir yaşam doğurmak onun yazgısıdır. İnsan denge arar ve bulur gibi olduğunda da muhakkak başına açacak yeni dertler aranır. Her sistem, kurulduğu an eskimeye başlar. Bu anlamda düzen, kaosun ve kaos, düzenin zeminidir. Düzen kaosu, kaos da düzeni öz’ler ve iz’ler. Ölüm yaşama, sistem kaosa ve hepsi bilince hizmet eder. Akış ve canlılık böylelikle var ve daim olur. Sevgi tüm bu hareketin zemini ve kucağıdır. Bilinmezin içinde yanan özgürlük ateşi korkutucu olsa da yapacak bir şey yok; insanız ve biz, bu hayatın ta kendisiyiz.
Yağan karın, ötüşen kuşların, enginlikte uzanan bitimsiz gökyüzünün, denizin, ormanın, çiçeklerin güzelliğini görebilmek nispeten kolaydır. Çünkü doğal ve dengede olan her şeyden canlılık ve uyum taşar. Asıl karmaşada; bir salgın hastalık paniğinde, yoğun trafikte, saldırganlaşan ve haddini bilmez kalabalıkta; fırtınada, topyekûn kaosta dahi gözün güzelliği görebildiği an – saf güzelliğe karıştığı andır. Kaos ile kozmos arasındaki derin ikilemi ve bu ikilemin eşsiz değerini her durumda görebilen o göz; ancak bütün bir insanın gözüdür. Böyle biri size muhtemelen “aşkla gelen kaosun güzelliğinde yıkanmaya, kaybolmaya ve hiç kalmaya da evet; var ve burada olmaya, bilmeye, yeniyi yaratmaya da evet” diyecektir.
Tehlike varken, acı, hastalık ve ölüm varken aşkın kaosu çekici de olsa zor gelir. Oysa kaos, hayatın dengesine, adaletine olduğu kadar öngörülemeyen lezzetine de hizmet eder. Düzen bağımlısı, tekrarın pençesinde, dünün pişmanlığı, yarının endişesinde geçen zaman, sadece öğütür hayatı. Kaos ve bilinmezlik; içinin kaldıramadığı ve sürekli şikâyetlendiğin o sistemden, ilişkilerden, yaşama şeklinden kat be kat evladır. O sığ ve sahte ‘düzeni’ gönüllü terk et ve acıtsa da kaosun bilinmezine yer aç ki, acı geçici, güzellik daimî olsun. Hoş sen terk etmesen de hayatın fırtınaları seni kaçınılmaz olarak bulacaktır zaten.