Bilge bir güvercinim uzun süredir. Neden mi güvercin oldum? Madde bedenimle yükselip biraz insanları izlemek için tabii. Bunun için küçük bir güvercin olmak iyi bir seçimdi. Bu sabah yeniden kurşuni kanatlarımı açtım serin bir sabaha ve yavaş yavaş yükselmeye başladım. Sabah güneşi, hafif rüzgarla sarmalanıp gümüş tüylerimi okşadı. Güzel bir histi bu, şükürler olsun. Yükselişim oldukça yavaş olmalıydı çünkü bütün görüntüleri sindirmeliydim. İnsanları kuşbakışı, kuş bakışlarımla gözlemlemek ve algılamak ihtiyacındaydım. İçinde bolca ağaç bulunan bir parkın üzerinde döndüm önce. Aşağıda eşsiz çocuk cıvıltıları vardı. Farkında mısınız bilmem? Ama çocuk cıvıltıları, biz kuşların cıvıltıları kadar mutluluk vericidir. Zaten çocukları bizlere benzetmişimdir hep. Ancak çocukların yanlarında bulunan ebeveynleri için aynı fikirde olduğum söylenemez. En azından bir çoğu için… Çocuklar, güvercin olduğumdan beri çok ilgimi çekiyor. Sanki onları kurtarmak ve hepsini kanatlarımın altına almak istiyorum. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum. Bildiğim şey çocukları kurtarırsam insanlığı kurtarırım. Bunu kuşbakışı olarak bile görmek mümkün… Ancak…
Çocuklar onları eğiten yetişkinlere emanet. Ve en korkuncu Dünya’da hepsini yöneten politikacılar var. Politikacılar aslında çocuklarla pek ilgilenmiyor. Onlar din ve ekonomi ikilisiyle yetişkinleri yoğuruyor. Yetişkinler kıvamda tutuldukça çocuklar nasıl olsa cepte… Çeşitli coğrafyalar üzerinde süzülüyorum ve görüyorum ki çocuklar içinde bulunduğu topluma uyum sağlayan ideolojilere göre yoğruluyorular. Örneğin Rusya’da doğan bir çocuk önce komünizm hamuruyla yoğruluyor. Karl Marx, Friedrich Engels ve Vladimir Lenin isimleri katılıyor hamura ve sonra pişiriliyor ağır ağır. Pişirme işlemi bittikten sonra düzene dahil bir Rus genci çıkıyor ortaya. Ve bu örnek her ulus sınırlarında kendi düzenlerini koruyacakları şekilde aynı gelişiyor. Her çocuk bulunduğu ulusta siyasi, dini çıkarlara göre yoğruluyor. Sanki başka coğrafyada ki bir çocuktan çok farklıymış gibi… Çocuklara üzülüyorum güvercin kalbimle. Çünkü çocuklar karşı koymadan kendilerine dayatılan bilgileri alıyorlar. Çocuklar kim olduklarını bilmiyorlar ama asıl bilmedikleri ebeveynlerin de hayat ile ilgili pek bir şey bilmediği. Çocuklar bilmediği kadar yetişkinler de bilmiyor gerçekleri… Tek fark çocukların masum ve yetişkinlerin de dayatılanı kabullenmiş dayatmacı olmaları. Yetişkinler cehaletlerini ödünç alınmış bilgilerine saklıyorlar. Ancak çocuklar bu acı gerçeği bilmiyorlar. Keşke anlatabilsem cıvıltılarına karışıp…
İnsanoğlu en baştan beri üredikçe kümeleşmiş. Irka göre, dine göre, ideolojiye göre irili ufaklı kümeler oluşturmuş. Bazı kümeler birbirini kapsamış, bazıları kesişmiş. Her kümenin sınırları dikenli tellerle çizilmiş ve sınırların içine kümeleri koruyacak ordular kurulmuş. Zamanla yüksek bütçeli silah sanayileri kurulmuş. Ve tabii kaçınılmaz olan nükleer silah santralleri de…
Ekonomi diye bir şey de var kapitalizm himayesinde olan. Afrika denen kıtada çocuklar açlıktan, susuzluktan ölüyor. Afrika’yı da geçtim yakınlarında yardıma ihtiyacı olan diğer kişiler var. İnsanlar onları anlamaya çalışıyor!!! Bu nedenle oruç tutuyor. Sakız çiğnemek orucu bozar mı ben anlamam ama insanlığın bir yerlerinde bir bozulma var onun farkındayım… Neyse… Kapitalizm de böyle bir şey işte. İnançları, insanlığı ve kıymetli olan ne varsa himayesine almış doymayan bir sistem.
Kocaman yatırımlar yapıyor insanlar kısacık ömürlerinde. Ben şu dala yuva mı yapsam diye düşünürken aklıma geliyor; insanlar o ağacı da kesiyorlar. Yanlış anlaşılmasın ağaç benim değil sadece sığınacağım bir yer lazım… Zevk için hayvanları da öldürüyorlar. Ava çıkmak bu sporun adı. Öldürüyorlar ama yemiyorlar. Bazı kuruluşlar üzerimizde deneyler yapıyorlar. Bazılarımızı da kürkümüz için katlediyorlar. Anlıyorum ki yaşama ve hayata saygısı yok aslında insanların. Peki neden din için savaşıyorlar? Yaradan’ın yarattığına saygı duymadıkları halde? Ve çocuklarına bunu yaşam adı altında öğretiyorlar. İnsanoğlu ne biliyorsun benden fazla diye sormak istiyorum. Ne hakkınız var savaşmaya? Yaratamazken yok etme cüretkarlığı da nereden geliyor? Kuş kalbim patlamak üzere. Sanki daha hızlı kanat çırparsam kalbimin kırıklarını atabilirim üzerinden. Çünkü çok acıtıyor gördüklerim… En azından çocukları kurtarmalıyım diye düşünüyorum. Ben bunları düşünüp uçarken günün bitmeye başladığını fark ediyorum ve süzülmeye başlıyorum. Kanatlarımı olabildiğince açıyorum ve beni kucaklayan rüzgara şükrediyorum. Batmaya yüz tutan güneşi selamlayıp havada akmaya devam ediyorum. Aşağıda herşey küçücük. Kuş sesimle bağırıyorum: Ey insanoğlu şu an o kadar küçüksün ki seni göremiyorum. Öyleyse bu kibir neden? Ha bir karınca, ha ben , ha sen?
Aslında tablonun bütününe baktığımda güzel şeyler de olmuyor değil. Uyanmış insanlar da mevcut. Onları gördükçe cıvıldamaya başlıyorum. Doğayı seven, koruyan insanlar var. Körü körüne dayatılan bilgilere kapılmayıp gerçeğin kapısını zorlayanlar yok değil. Ve sayıları da gün geçtikçe artıyor bu insanların. Bu insanlar bir güvercin kadar özgür ve her güvercin kadar eşit olmayı hak ettiklerinin farkındalar. Bu nedenle sistemlerin dayatmalarını reddediyorlar. Kalpleriyle düşünüp, beyinleriyle hissetmeyi öğrenmişler. Onları uzaktan seçmek bile mümkün çünkü onlar da çocuklar gibi ışıl ışıl parlıyorlar. Onlar için sahip olmaktan çok sevmek önemli. Dine sahip değiller ama Yaradan’ı seviyorlar. Dolayısı ile yaradılışın her noktasına saygı duyuyorlar ve koruyorlar. Onlar insanoğlunun umudu, çocukların kurtuluşu…
Hafif çiselemeye başlayan yağmur damlalarına şifa gözyaşlarım karışıyor… İnsanlığı şifalandırmasını diliyorum… Yağmurla ağırlaşan kanatlarım da kararmaya yüz tutmuş havada daha fazla asılı kalamıyor…
Ve yuvaya dönüyorum. Yüreğimin götürdüğü yerdeyim… Bir umut var içimde…